
Bir varmış hiç yokmuş, hiçliğin sırrına erenler hayatta iken yok olurlarmış da kimsenin haberi olmazmış. Var varanır sür sürenin destursuz bağa girenin gözüne çubuk batar ağaçların arasında eğilmeden yürüyenin. El el idim el idim, yedi köyün eli idim. Her gelen derdini bana der, dermanını bende bulur idi. Şimdi el oldum, yel oldum, yelden oldum elden oldum iki baş bir horanta dört ayak bir ev oldum. Gelin dostlar gelin, pilava besmele edin, çal kaşığı pilava, daldır tahta bardağı ayrana, asıl asmaz bal kokmaz, kokarsa ayran kokar aslı süttendir. Helal süt emmiş insanoğlundan kemlik görülmez, haramzadeden bey olması beklenmez. Ne edersen, ne eylersen hakikatte eyle, harama el sürme. Gel şimdi otur şuracağıma ben anlatayım sen dinle bakalım bu masal bize ne söyler.
Bir varmış bir yokmuş, Çok, çok eskiden, uzak diyarlardan birinde. Ben diyeyim kaf dağının eteklerinde, siz deyin ormanların ötesinde, bir ülke varmış. Bu ülkeyi yöneten ve üç oğlu olan bir padişah yaşarmış. İnsanları şen şakrak, geçim ehli, suç işlenmez bir belde olduğu için herşey sakin, herkes huzurlu imiş.
Bu padişahın bir huyu varmış. Nerden gelmişse gelmiş sarayına bir ayna gelmiş. Onun geldiği günden bu yana padişah bu aynaya bakar, sonra aynaya sorarmış. Ey ayna bugün ne yapayım. Sağamı gideyim, solamı gideyim, vezirimemi danışayım, yoksa çarşı pazarmı gezeyim. Söyle bana bugün hangi işimde hayır olur, hangi işimde şer olur. Meğer ayna sırlar dünyasından, periler rüyasından, cinniler ve ecinniler hülyasından özel kumların, harlı ateşlerde cam oluncaya kadar eritilmesi sonucu yapılmış sihirli bir aynaymış. Padişah ne sorarsa hemen cevap verir ona yardımcı olurmuş. Vazifesi buymuş. “Aman padişahım, yaman padişahım bugün fakir fukarayı donatın, açları doyurun, hayvanları sevin, ihtiyaç sahiplerini gözetin, mahkemelerde adaleti sağlayın, insanların kalbini kırmayın, hep güler yüzlü olun ki işiniz rast gitsin” diye öğüt verirmiş.
Padişah böylece ülkesini huzur içinde idare edip gidiyormuş. Günlerden bir gün, aynaya bakmayı unutmuş. Giyinmiş, hazırlanmış ve saraydan çıkmış. Aklında hep bir şey varmış. “Ben bugün bir şeyi eksik yaptım, ben bu gün bir şeyi eksik yaptım” diye söylenip duruyormuş. Tam atına binecekken her gün yaptığı gibi aynaya bakmadığı aklına gelince, hemen koştura koştura odasına geri dönmüş. Aynanın bulunduğu yere gelip üzerindeki örtüyü kaldırınca bir de ne görsün. Aynanın yerinde yeller esiyormuş.
Nöbetçiler, askerler, vezirler diye feryad figan ortalığı ayağa kaldırmış. Nerede bu ayna, kim aldı aynamı, çabuk bana onu bulun yoksa ben yapacağımı bilirim. Diye ortalığı ateşe vermis. Saraydaki herkes istisnasız aynayı aramaya başlamışlar. Öyle bir telaş kaplamışki sarayı herkes bir yerlere koşturuyor, bir yerlerde aynayı arıyormuş. Sarayın her yerine bakılmış, ahırlardaki samanların altlarına bile bakılmış. Onca saman balyası oradan oraya taşınmış, dip bucak aranmış, bohçalar dökülmüş, dolaplar sökülmüş, tahtalar açılmış, kapılar kırılmış ama koyduysan bul, kaybettiysen ara misali aynayı bulamamışlar. Hatta ethem dedeye adaklar adamışlar. Ethem dede ethem dede kaybettiğimiz padişahımızın aynasını bulalım, sen bize yardımcı olursan senin için tüm ahali olarak üç göbek atam dede diye. Göbek adağında bile bulunmuşlar ama yok yok. Sanki yer yarılmış, gök açılmış ayna ya yere batmış, ya göğe kaçmış. Bir türlü bulamamışlar. Padişah büyük bir üzüntü içinde tahtına oturmuş, derin derin düşünmeye başlamış. Bir yandan da sıkıntılı bir şekilde off, off diye nefesler alıp veriyormuş. Küçük Şehzadeleri huzuruna girmişler. Babalarının bu üzgün, bitkin, kırgın, yorgun, argın, bezgin, bıkkın, kederli, kaderli, şekerli, tekerli, tekerlemeli halini görünce hemen atılmışlar babalarını rahatlatmak için:
– Baba, duyduk ki aynanı kaybetmişsin. Üzülme bu kadar. Eğer izin verirsen biz hemen yola çıkalım, diyar diyar gezelim. Elbet bir yerde aynanı buluruz, yada bulan birine rastlarız. Çalınmışsa çalanı, alınmışsa alanı, bulunmuşsa bulanı tutup getiririz. Gelmezse döveriz, ellerini ayaklarını bağlarız, atımızın terkisine atarız yine getiririz. Yeter ki sen üzülme” demişler.
Babaları Küçük Şehzadelarının bu sözlerinden çok gönenmiş. Teşekkür ediyorum evlatlarım benden size izin hadi gidin ve aynamı bulun, bulunca alın, bulmadan gelmeyin diye izin vermis.
Çocuklar, babalarının izniyle aynayı bulmak, yola çıkmak için hazırlık yapmaya başlamışlar. Hemen onbeş günlük yiyeceklerini azık torbalarına doldurmuşlar, sonra heybelerine bolca altın alarak sabah erkenden yola çıkmak üzere sözleşmişler ve herkes odasına dinlenmek üzere çekilmiş.
Ertesi sabah üç kardeş hazırlanmış olan atlarına binmişler, herkesle vedalaşıp yola revan olmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler, altı ay bir güz gitmişler. Bir de dönüp arkalarına bakmışlarki bir hayli yol gitmişler. Öyle bir yere gelmişlerki bulundukları yerden bakınca yol üçe ayrılıyormuş. Ayrılan her yolun başında da bir dikili taş varmış. Bu dikilitaşların üzerinde o yolun nereye gittiği yazıyormuy. Sağa giden yolun girişindeki dikili taşın üzerinde Bu yol bir hana gider yazılıymış. Ortadaki yolun girişindeki dikili taşın üzerinde Bu yol bir hamama gider yazılıymış. Soldaki yolun girişindeki taşın üzerinde ise çok garip bir yazı ile aynen şöyle yazıyormuş. Ey yolcu senden öncekilerde bu yola girdiler ama dönmediler. Bu yol dönülmeyen bir yere gider. Bu yola giren dönemez bir daha geriye ona göre yazıyormuş.
Üç kardeş üç yol ağzına oturmuşlar ve düşünmeye başlamışlar. En küçük kardeş ağabeylerine bakıyormuş. Ne yapacağız diye soran gözlerle. En büyük ağabey “Ben han yoluna gideceğim” demiş. Ortanca kardeş “Ben hamam yoluna gideceğim” demiş. En küçük kardeş de tebessüm etmiş ve “O zaman bana da dönülmez yola gitmek düşüyor. Ne yapalım ben de bu yola gideyim bari” demiş. Vedalaşmışlar ve herkes tuttuğu yolda yola revan olmuş ve yürümeye başlamışlar.
Bu arada kimin geri döndüğünü anlayabilmek için de parmaklarındaki yüzükleri üç yol ağzında bulunan büyük çınar ağacının altındaki koca taşın dibine gömmüşler. Kim önce buradan geçerse yüzüğünü buradan alacak ve böylece hangi kardeşin geri geldiği anlaşılmış olacakmış. Büyük ağabey ile ortanca kardeş en küçük kardeşlerine acıyarak bakmışlar ama bir şey söylememişler. Herkes kendi yoluna gidip gözden kaybolmuş.
Biz büyük şehzade ile ortanca kardeşi yollarında bırakalım. Küçük kardeşin geri dönülmez yolunda başına neler geldi onu anlatalım isterseniz. Bizim küçük şehzade ağabeylerinden ayrılıp geri dönülmez yoluna düştükten sonra “Ya Allah bismillah diye önce güzel bir besmele çekerek yürümeye başlamış ve içinden “Allahım senin iraden ve gücün her şeye yeter. Niyetimi biliyorsun. Babamın aynasını bulmak için yola çıktım. Sen bana yardım et. Beni bütün kötülüklerden ve şerlerden koru. Ağabeylerimin de yardımcısı ol.” Diye dualar etmiş.
Yürümüş yürümüş yürümüş. Güneş ikindi vaktini geçmeye başlayınca kocaman bir dağın önüne gelmiş. Dağın bağrında bir mağara, mağaranın önünde bir dev anası oturmuş kendi kendine mırıltılar halinde bir şeyler söylüyormuş. Bir yandan da kocaman bir kazanda helva karıştırıyormuş.
Küçük şehzade yaklaşmış ve çok kibar bir şekilde selam verip. “Kolay gelsin ana, bereketli olsun ver elini öpeyim! Demiş ve dev anasının kocaman elini tutup öpüvermiş. Dev anası bir insanoğlunun kendisine bu kadar kibar davranmasına ve elini öpmesine çok şaşırmış, aynı zamanda bu insanoğluna kanı kaynayıvermiş.
– Sağolasın oğlum, var olasın. Sen ne edebli, ne güzel bir insansın. Kimse bize böyle davranmaz. Allah senden razı olsun. Sen bana çok nazik ve saygılı davrandın. Bana, ‘anacığım’ dedin. Şayet böyle demeseydin, şu elimdeki koca kepçeyle senin beyninin pekmezini akıtırdım. Ama artık bana anacığım dediğin için ben de sana Küçük şehzadem diyeceğim, seni oğlum bileceğim.”
Bunun üzerine şehzade hemen belindeki kılıcı göstermiş ve,
– Sen de bana ‘küçük şehzadem deyip oğlum demeseydin, ben de seni kılıcımla Allah ne verdiyse korkutur yerinden yurdundan ederdim anacağım. Ama işte görüyorsun ki tatlı dil yılanı deliğinden çıkarıyor. İyilikten kimseye zarar gelmiyor değil mi? diye karşılık vermiş.
Dev anası:
– Haklısın Küçük Şehzadem hemde çok haklısın. İyilik yapan iyilik bulur demişler. Şimdi söyle bakalım nereden gelip nereye gidiyorsun? Buraya neden geldin? diye sormuş,
Küçük Şehzade:
– Anacığım, ben padişahın oğluyum. Babamın aynası kayboldu, onu arıyorum, demiş.
Dev anası:
– Oğlum, o aynayı devler çaldı. Şu dağın arkasında bir bağ vardır; aynayı çalan devler, orada yaşarlar. Sen şimdi oraya git. Gittiğin zaman, devleri göreceksin. Eğer, gözleri açıksa uyuyorlar demektir, O zaman hiç korkma, aynayı al. Sakın arkana bakma. Devlerin bağlarında bazı ağaçlar elmasdan, yakuttan, zebercedden meyveler verirler. Karanlıkta bu ağaçlar parıl parıl parlar. Sakın o ağaçlara dokunma, hele o parlayan elmaslardan, zümrütlerden, yakutlardan, zebercedlerden sakın koparayım alayım deme. Hırsına yenik düşme, nefsine uyma. Hiç bakma ve çık gel. Eğer bir tanesine bile elini sürersen yakalanırsın. O zaman da o devlerin elinden hiç kimse seni kurtaramaz haberin olsun. Demiş.
Evet sevgili okuyucular. Zaman aynası masalımızın birinci bölümü burada sona erdi. Gelecek sayımızda ikinci bölümde buluşmak üzere. Dergimizle kalın, hoşnutlar bulun.