
Deyimimiz : Neme lazım Ağaçtan öte yol vardır.
Açıklaması : Yapacağımız her işte tedbirli olmak ve bir sonraki adımda başımıza ne geleceğini bilmediğimiz için tedbiri elden bırakmamak.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber, tilkiler bezaz, sümüklü böcekler hamamcı iken. Ben anamın ve babamın beşşiğini tıngır mıngır sallar iken. Anam düştü beşikten, babam kafasını yardı eşikten. O can havliyle anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi döndürdüler dört köşeyi.
Gele gele geldim buracığa, dahi gönlüm nereciğe, ince mercan satacığa, küp küp şeker alacığa. Çıktım pazara pazarcının bacı yok, Pazar esnafının harcı yok.
Eseden köseden, köse çıktı köşeden. Baktım kösenin sakalı yok, hilesi çok, aman sessizce gelir dikkatli bir şekilde ardına bak.
Harmanlıdır harmanlı, bu dağların yaman olur dumanı. Ben dumanı hiç sevmem, dağ yolunda yürümem. Gele gele geldim buracığa, dahi gönlüm nereciğe. Bir masal anlatalım bulalım huzur, aman deyim masalımda bulmayın kusur.
Evet sevgili okuyucular. Bu masalımızda aslında Nasreddin hocaya ithaf edilen “ağaçtan öteye yol gider” deyiminin anadoludaki bir masal varyansını sizlerle paylaşacağız.
Çok uzak diyarlarda ormanların ortasında yemyeşil bir köy varmış. Bu köyün geçim kaynağı tabi ki ormanların içinde olmasından dolayı ormancılık, kereste imalatı ve kütük imalatı imiş.
Köylülerin hepsi güçlü kuvvetli, gürbüz ve çalışkan insanlarmış. Küçük yaştan itibaren kocaman kocaman ağaçları yerlere devirmelerinden, gövdelerinin birkaç misli kalınlığındaki küçükleri oradan oraya taşımalarından dolayı pazuları hayli şişkin, ayakları yere sağlamca basan güçlü kuvvetli insanlarmış.
Her sene yapılan ağaç şenliklerinde komşu köylerden gelen tüm ormancıları, köy sakinlerini, benim diyen babayiğitleri yere sererler bütün ödülleri aralarında paylaşırlarmış.
Her birinin elinde adam boyunda özel demirlerden dövülme baltaları varmış. Normal baltaların boyundan iki üç katı daha büyük ve daha ağırmış bu baltalar.
İşte bu köyün oduncuları o iri kocaman ağaçları bu baltalarla kestikleri içinde çok kuvvetli ve kimsenin bileklerini bükemeyecek kadar güçlü insanlarmış.
Çocuklar okula gitmedikleri zaman köyün ortasındaki meydanlıkta oyunlar oynar, biraz daha büyüyünce de babaları ile birlikte oduna giderler, görevliler tarafından işaretlenmiş ağaçları nasıl keseceklerini, baltayı ağacın nersine vuracaklarını ve altını nasıl oyacaklarını öğrenirler, baltayı nereden vurup ağacın neresinden altını oyarsan ne tarafa düşeceğini yine usta oduncular olan babalarından öğrenirlermiş.
Köyün genç kızları da artık biraz palazlanınca eve kapanırlar, analariyle kozalak kaynatmayı, pekmez yapmayı, üzüm ezip şıra yapmayı, tuzlayıp sirke yapmayı, zeytin ağaçlarından zeytin toplamayı, çekirdeklerini ayıklamayı, ağaçların sıklıklarından bulabildikleri açıklıklara yaptıkları küçük sevimli bahçeleri ile uğraşmayı, orada yetişen sebzelere su vermeyi öğrenirlermiş.
Elleri iş tutar, odlu ocaklı, dipli bucaklı bir ev hanımı olmak için ne gerekiyorsa yapmak için çaba sarfederlermiş.Tabi atalar boşuna söylememişler “Görgülü kuşlar gördüğünü işler” diye.
O günde çocuklar köyün ortasındaki meydanlıkta oynarlarken birden Ağanın Mehmet isimli çocuk “Hadi fidanlığa gidip erik toplayalım” diye ortalığa bir teklif attı. Bütün çocuklar hep bir ağızdan bu teklifi kabul ettiler.
Köyün ortak malı olan ve herkesin fidanlık diye bildiği yer kocaman ve çeşitli meyve ağaçlarının olduğu bir yermiş. Burayı köylüler ortaklaşa çalışarak oluşturmuşlarmış. Burada Elmadan, armuta, kirazdan, şeftaliye, nardan eriğe çok çeşitli meyve ağaçları varmış. Hepsi koşturmuşlar ve herkesin girdiği, meyve topladığı ama toplarken de dikkat ederek ağaçların o güzelim dallarını kırmadan meyve toplamaya.
Az sonra yine Ağanın Mehmet herkesi başına toplamış ve şöyle konuşmuş.
“Ülen dingiller, şinci aramızda Nasreddin yok. Az sona gelir. Ona bi oyun idelim. O gelirkene iddiaya tutuşuyormuş gibi yapıp ulu ağaca kimse tırmanamaz diye feveran idelim. O gelince mutlaka ben tırmanırım diyecek, işte o zaman ayakbasını alıp kaçarık, aramızda bandır mandır oynatırık ne dersiniz” diye teklif etmiş.
Herkes kabul etmiş ama Nasreddinin arkadaşlarından Mansur arkadaşlarının bu saf haline gülüvermiş. Sonra da “Ne yani nasreddinin bunu yutacağınımı sanıyorsunuz. Size bişşiy söyleyimmi, siz Nasreddinin şiyini şiyidemezsiniz” diyerek itiraz etmiş.
Herkes kabul etmiş bu oyunu. Sadece o itiraz eden arkadaşı Mansur sessiz kalmış ve gülüyormuş hallerine.
Nihayet az sonra uzaktan Nasreddin görünmüş. Koştura koştura yanlarına geliyormuş. Kararlaştırdıkları gibi diğer çocuklar ulu ağacın yanında toplanmışlar ve başlamışlar bağırışıp çığırışmaya. Kimi çıkamazsın diyormuş, kimi çıkarım diyormuş.
Ağanın Mehmet “Kimse çıkamaz kardeşim bu ağaca hiç kimse çıkamaz” diye ısrar ediyormuş. Nasreddin yanlarına gelince “Nörüyosunuz len hımbıllar, ne bağırışıp duruyorsunuz” diye soruvermiş.
Nasreddinin bu sorusuna Ağanın Mehmet cevap vermiş.
“Nasreddin biz arkadaşlarla şu ağaca dırmanma üzerine iddiaya girdik. Ben diyom bu ağaca kimse dırmanamaz. Kimi dırmanırım diyor, kimi dırmanam diyor. .Sen ne diyon.”
Nasreddin Ağanın Mehmetin yüzüne garip garip baktıktan sonra
“Ülen sen delimisin tepekmisin. Bunnarın hepisi köylü çocuğu, helbet dırmanır. Ağaca dırmanmaya ne var. Ne dırmanamıyonsa bize ne.” Diyerek gülmeye başlamıştı.
Ağanın Mehmet biraz daha üsteledi.
“Madem ben dırmanırım diyon, o vakit hadi dırmanda görelim baalım. Nası dırmanıyor.”
Nasreddin ağacın etrafındaki çocukları “çekilin ülen” diyerek kenarlara uzaklaştırdı. Sonra cübbesini çıkarda ve mansura vererek “Bana bak ülen cübbeme mukayyet ol” diye ağaca doğru yürüdü.
Ağacın altına geldiğinde ayaklarındaki deri çarıklarını çıkardı ve itina ile iplerinden birbirlerine dolayıp kuşağının arasına sıkıştırmaya başladı. Ağanın Mehmet bütün oyunun bozulacağını görünce müdahele etmek zorunda kaldı.
“Ülen Nasreddin ne diyi babıçlarını kuşağının arasına sokuyon gardaşım Koyuvur şu tümseen üstüne de orda dursunnar.”
Nasreddin meraklı ve heyecanlı bir şekilde kendisine bakmakta olan çocuklara dönerek,
“Neme lazım arkadaş, kim bilir belki ağaçtan öte yol gider. Yalınayak mı yürüyek onca yolu…”
Hiç kimse Nasreddinden bu cevabı beklemedikleri için şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez hale düşüverdiler.
Nasreddin ortalık yerde bir oyunun döndüğünü anlamıştı. Nihayet Mansur dayanamadı ve patladı. “Eeee arkadaşlar unutmayın her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, her guşun eti de yenmez… Unutmayın ağaçtan öte yol gider.” demiş
Sonra bir hamlede ağacın dallarına tırmandı ve oradan arkadaşlarına el sallıyormuş.
Mansur ağacın altında sırtını ağaca dayamış ve az önce oyun kuran arkadaşlarının yüzlerine bakarak ben size dimedimmi nasreddin bu numarayı yutmaz daha başka bir şey bulun diyi…dercesine gülüyormuş.
Bu masalda burda bitmiş çocuklar. Gökten üç elma düşmüş. Biri anlatanın, biri dinleyenin biri de bu masalı bize anlatanın başına olsun.