Sayı 27

İyilik Yap İyilik Bul

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde kaf dağının eteklerinde, ormanların hemen yanında çok güzel evleri olan, insanları güler yüzlü, neşeli ve şen şakrak bir köy varmış. Bu köyün sürülerini otlatan ve tüm hayvanlarının her şeyiyle ilgilenen bilgili, doğa ve hayvanları çok seven, çok iyi kalpli bir çobanı varmış. Bu çobanın adı0 Ali imiş.  Hayvanlarla öyle güzel anlaşırmış ki, onun elinin değdiği koyunlar bir daha hastalanmaz, hep onun çaldığı kavalı dinlemek isterlermiş.  Onun sesini duyduklarında hep bir ağızdan meler karşılık verirlermiş. Sadece koyunlarmı? Elbette hayır, Ali sürüsündeki ineklerin sırtını kaşıdıkça inekler ona gözleriyle gülermiş.

Tabi her iyinin yanında mutlaka bir de kötü vardır. Bu köyde de kalbi kara, kendisi sürekli şikayet eden, hiçbir şeyden mutlu olmayan, tüm köylü ile kavgalı, hayvanları hiç sevmeyen, tabiata karşı çok saygısız, insanlara karşı çok kaba olan bir tüccar varmış. Bu tüccarın köyün girişinde bir bakkalı varmış ki, köyde başka bakkal olmadığı için herkes bundan alışveriş yapmak zorunda kalırmış. Ancak hiç kimse memnun değilmiş bu durumdan. Herkes onu bakkal Murat diye çağırır, böyle bilirlermiş.

Bakkal Murat, köyde “Dünyanın bütün kazıklarını ben çaktım!” diye gezen, cebindeki altınlar şıkırdadıkça burnu havaya kalkan bir adamcıkmış. Bir gün köyün meydanında Çoban Alinin yayılmaktan getirdiği sürüyü seyrederken sürüden bir inek Bakkal Murata doğru yürümüş ve yüzünü bir süre baktıktan sonra kalın bir sesle Böööğğğ diye üzerine bağırmış. Bakkal Murat bundan çok korkmuş. O günden sonra tüm hayvanlardan nefret etmeye başlamış ve hiçbir hayvanı sevmemiş. Çünkü o inek aniden öyle bağırınca, Bakkal Murat korkudan ne yapacağını şaşırmış ve azıcık altına kaçırmış. Tabi köylü bunu farkedince ona çok gülmüşler ve işte nefretinin karşılığı diye yaptığı hatayı yüzüne vurmuşlar. O günden sonra Bakkal Murat bu hayvanların hepsi ekmek arası kavurma olacak, hepsini satın alacağım ve birer birer kavurma yapacağım hepsinden diye kendi kendine söz vermiş.

Günler böyle geçip giderken havalar bozmuş, yoğun bir kış başlamış o köyde. Sürüler artık ağıllarından çıkamaz olmuşlar. Çoban Ali yine hayvanlara bakıyormuş ama kış uzun sürdüğü ve yiyecek ot kalmadığı için yavaş yavaş köşün üstüne bir kıtlık çökmeye başlamış.

İnsanlarda bu kıtlıktan etkilenmişler tabi. Çoban Ali’nin tüm çabasına rağmen artık tükenen yiyecek ve iyice hastalanıp bitep düşen hayvanlar birer birer telef olmaya başlamışlar. Ali çok üzülmüş tabi bu duruma. Hem de çok üzülmüş. Ne yapabileceğini düşünürken bir gece rüyasına ak sakallı bir dede girmiş ve ona şöyle söylemiş.

“Çoban Ali evladım şu karşı dağın ardında gümüş pınar diye bir yer var. Oradaki gümüş pınarın suyu her gün güneş doğarken ortaya çıkar ve güneş tepeye yükselinceye kadar akar. Sonra da kaybolur. İşte o saatlerde sürünü oradaki sudan sularsan bir daha ne acıkırlar, ne susarlar. Ayrıca sütleri hiç kesilmez. Böylece köylülerde sürülerinden elde ettikleri sütlerle peynir, yoğurt, yağ yaparak karınlarını doyururlar. Dikkat et kimse bunu duymasın. Özellikle de Bakkal Murat.

Ali, ertesi sabah erkenden yola koyulmuş. Yolda bir karınca sürüsü görmüş, meğer o karıncaların yuvalarını su basmış. Ali hemen ormandan bulduğu ve bıçağıyla incelttiği bir dal parçası ile karınca yuvasının ağzını genişletmiş, su üzerinde duran ve hareket edemeyen karıncaları çubuk ile kurtarmış ve bir çok karıncayı kuru toprağın üzerine çıkarmış. Böylece karıncaların yuvasını da sudan temizlemiş. Bunun üzerine karınca kral Alinin önüne çıkarak “Ey çoban Ali sen ne iyi yürekli bir insanoğlusun. Yaptığın bu iyiliğe karşılık bir gün bizde sana bunun karşılığını veririz elbette.” Diyerek teşekkür etmiş

Ali oradan hareket etmiş ve yola çıkmış, az sonra yaşlı bir çınar ağacı görmüş. Esen sert rüzgardan dolayı dalları kırılmış ama ağaçtan kopmadığı için ona sıkıntı veriyorlarmış. Ali hemen ağaca yaklaşmış. “Ey koca çınar kusura bakma ama seni bu yükten kurtarmak zorundayım. Sen güçlü gövdenle yine ayakta durur ve yeni taze dallar ortaya çıkarırsın.!” Diyerek onu o gövdesinden kopan ama yere düşmeyen, kabukları ile asılı d uran dallardan kurtarmış. Çınar üzerindeki ağırlıktan ve yükten kurtulunca yine eskisi gibi esen rüzgarla nazlı nazlı salınmaya başlamış. Sonra kendi dilince Ali seslenmiş. Ey iyi yürekli insanoğlu, sen bana bu iyiliği yaptın ya, yolun açık olsun. Elbet bu iyiliğinin karşılığını bende sana sunarım.” Demiş.

Nihayet Gümüş Pınar’a varmış. Su berrak, etraf ışıl ışıl! Sürüyü sulamış, kendisi de içmiş. Tam geri dönecekken, bir de ne görsün? Pınarın başında altın bir kese! Elini tam keseye uzatıp alacakmış ki gaipten bir ses duymuş. “Ey insanoğlu bir kese altına tamah edip bir koca nehri kurutmak istiyorsan al o hırsına yenik düştüğün keseyi ve tüm bu çevrenin ve daha bir çok varlıkların, canlıların istifade ettiği bu gümüş dereyi kurut.”

Ali hemen elini geri çekmiş, önce biraz korkmuş ama az sonra konuşanın gaipten bir ses olduğunu anlayarak rahatlamış. Korkusunu yenmiş. Tam da bu sırada köyün çıkışından beri kendisini takip eden Bakkal murat ortaya çıkıvermiş. Kendi kendine homurdanıp, Aliye kızarak keseye doğru yaklaşmış ve yerden almış. “Demek sırrın bu öylemi, artık sır olmaktan çıktı. Bu gümüş pınarda benim olacak, bu kesede benim olacak. Sen yine çoban kalmaya devam edeceksin hadi bakalım hoşça kal”diyerek keseyi alıp oradan uzaklaşmak istemiş ancak adımını atmasıyla beline kadar toprağa gömülmesi bir olmuş. Meğer karıncalar, bakkal Murat gizli gizli Aliyi gözlerken onun altından toprağı taşımışlar ve hareket ettiğinde beline kadar içine düşeceği bir çukur oluşturmuşlar. Sonra hemen üstündeki Çınar ağacı kalınca bir dalıyla Muratın kafasına vurunca onu düştüğü çukurun içine iyice gömmüş.

Suya doğru uzanmış tam dokunacağı sıra bu sefer karıncalar onun ayaklarından ısırmaya başlamışlar ve Çoban Alinin suyuna dokunamazsın diye söylenmeye başlamışlar. Çınar ağacı ulu başını yere eğerek dallayırya Bakkal Muratın kafasına kollarına vurarak Çoban arkadaşımızın suyuna dokunamazsın diye söylenmeye başlamış.

Tabi Bakkal Murat hem düştüğü durumdan, hem karıncaların ve çınar ağacının kendisi ile konuşmasından çok korkmuş. Dili tutulmuş. Kekeleye kekeleye “Ama bu nasıl olur?” diye şaşkınlığını dile getirince Çoban ali “bunlar benim dostlarım başları sıkışınca ben onlara yardım ederim, benim başım sıkışınca da onlar bana yardım eder. Buna iyiliğin ve sevginin gücü denir. Sen bundan anlamazsın” diye karşılık vermiş.

O günden sonra Ali sürüsünü hep gümüş pınarın etrafında otlatmış. Böylece sürünen hem sütleri çoğalmış, hemde çok güzel semirmiş, güzelleşmişler. Köylülerde bu durumdan memnun oldukları için Çoban Aliye olan sevgileri bir kat daha artmış.

İşte sevgili çocuklar, doğayı ve hayvanları sever, onlara yardımcı olursanız kim bilir belki bir gün sizinde yardıma ihtiyacınız olduğu zaman ağaçlar, kuşlar, böcekler, kelebekler, karıncalar da sizin yardımınıza koşarlar.

Doğa bize nasıl yardımcı olacak demeyin. Sadece sevginizi gösterin ve bekleyin. Göreceksiniz.

Bu masalda burada bitmiş.

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün