Sayı 27

Ben Armut İstemem

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken eski hamam içinde. Tık tık hanım, takıştırdı canım. Giy giymezmisin, ye yemez misin. Gör görmezmisin diye diye buralara kadar geldim. Az geldim uz geldim dere depe düz geldim. Ama dönüp ardıma bakınca bir bakla boyu yol geldim. Yoruldum, ırıldım, darıldım, üzüldüm. O zaman oturup masalımı anlatayım hem ben nefesleneyim, hem siz dinleyin bakalım.

Bundan çok uzun zaman önce Kaf dağının ardında ucuz bucaksız ormanlar varmış. Devasa ağaçlar, ağaçların arasında birbirinden güzel çiçekler, havası tertemiz, suyu tertemiz yerlermiş buralar. Burada yaşayan insanlar, Allahın verdiği bu güzel nimetlerle ömürlerine ömür katar uzun süre şükür içinde yaşar giderlermiş. İşte buralarda bir yerlerde güzel mi güzel bir köy varmış. Köylüler birbirleriyle çok iyi geçinir ve herkes herkesin derdine derman olmak için koştururmuş.

Bu köyde Mestan ağa isminde bir avcı yaşarmış. Bu avcının Güllügül isminde bir eşi varmış. Birbirlerini çok seven Mestan ve Güllügül mutlu bir şekilde yaşayıp giderlermiş.

Ancak bunların bir dertleri varmış. Uzun zamandır evli oldukları halde Allahın takdiri çok istedikleri halde bir evlat sahibi olamıyorlarmış. Hep dua ediyorlarmış “Allahım ne olur yuvamızı şenlendir bize bir evlat bağışla, bir çocuğumuz olsun” diye.

Nihayet duaların kabul saati olan seher vakitlerinde canı gönülden ettikleri dualardan birisi kabul edilmiş ve Allah bunlara bir erkek evlat ihsan etmiş. Çok sevinmişler ve adını Gülmestan koymuşlar. El bebek gül bebek yetiştirmeye başlamışlar. Gülmestanı çok seviyorlarmış. Adeta hayatlarına ayrı bir yaşam sevinci getirmiş oğulları. Onu çok seviyorlarmış. Ancak terbiyesi, edebi ve hayatı öğrenmesi içinde yapmaları gerekeni yapıyorlar, aşırı derecede şımartmıyorlarmış.

Kaderi İlahi dediğimiz ve sadece Cenabı Allahın takdiri ile oluşan olaylar vardır. Hiç kimse bunun önüne geçemez çocuklar. İşte bunlardan birisi bu ailenin başına gelivermiş. Mutlu bir şekilde yaşayıp giderlerken ve Gülmestan henüz on yaşına yeni girmiş iken de Avcı Mestan Aga’nın vadesi yetmiş, dünyadaki günleri bitmiş ve aniden dünyayı terkedip ahirete göçüvermiş.

Güllügül ve oğlu çok üzülmüşler, günlerce ağlamışlar hüzün içinde kalmışlar ancak hayat her şeye rağmen devam ettiği için ana oğul bu hüzünle ve acıyla yaşamaya alışmak zorunda kalmışlar. Köydeki evinde yalnız yaşamaya devam etmişler.

Güllügül hatun oğlunu iyi bir şekilde yetiştirmek için elinden gelen bütün çabayı sarfediyormuş. Köylülerin de yardımıyla hayatlarını devam ettirip gidiyorlarmış.

Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalamış. Gülmestan nihayet büyümüş ve yiğit bir delikanlı olmuş. Annesinden hep dinlediği babasının avcılık hikayeleri ile büyüdüğü için avcılığa merak sarmış tabi. Cesur ve yiğit bir avcı olmayı hayal ediyormuş hep.

Nihayet onsekiz yaşına geldiği gün hemen annesine sormuş. “Anne bak ben büyüdüm artık kocaman bir delikanlı oldum. Söyle bana babamın tüfeği nerde. Ben onunla ava gitmek istiyorum. Babam gibi büyük bir avcı olacağım.

Annesi oğlunun bu isteğini duyunca çaresiz tavan arasında keçelerin, bezlerin içine sardığı kocası Mestan aganın meşhur tüfeğini getirip oğluna vermiş. Gülmestan köydeki diğer avcıların yardımıyla uzun zamandır kullanılmayan tüfeğin bakımlarını yapmış sonra yine avcıların yardımıyla atış talimlerini ve avcılığını, atıcılığın püf noktalarını öğrenmiş. Çok usta bir nişancı ve iyi bir atıcı olmuş.

Günlerden bir gün babasının tüfeğini omzuna vurmuş, annesine ben ava gidiyorum anne demiş ve ormana avlanmaya gitmiş. Birbirinden güzel ağaçların arasında gezerken yine birbirinden güzel ceylanlar, sülünler, geyikler görüyor, tüfeğini doğrultuyor ama güzellikleri karşısında hayran hayran onları seyredip ateş etmeye kıyamıyormuş. Tabi akşama kadar böyle dolaşmış durmuş.

Farkına varmamış zamanın nasıl geçtiğinin. Sık ağaçların arasında dolaştığı ve ormanın güzelliği karşısında kendisinden geçtiği için zamanın nasıl geçtiğini, havanın kararıp geceye döndüğünü farkedememiş. Bu sırada ormanın derinliklerine doğru yürümüş, geldiği yerleri gündüz gözüyle bulabilirmiş. Kendi kendine düşünmüş. Hava karardığı için yolumu bulmam zor olacak en iyisi geceyi ormanda bir ağacın üzerinde geçireyim, hava aydınlandığında yolumu bulur köyüme, anama dönerim diye düşünmüş. Bu düşünceler ile hemen yakındaki bir armut ağacının tepesine çıkmış.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, üzerine bir ağırlık çökmüş. Günün yorgunluğu ile uyuklamaya başlamış. Ancak tam uykuya geçecekken homurtular içinde büyük bir karartının, üstüne çıktığı armut ağacının altına gelip durduğunu fark etmiş çocuklar. Dikkatlice bakınca bunun ormanda yaşayan irice bir ayı olduğunu fark etmiş. Korkmuş tabi. Hemen bulunduğu daldan biraz daha yukarı tırmanıp dalların arasına iyice gizlenmiş.

Ayı bir sağı koklamış, bir solu koklamış ve altında durduğu armut ağacının olgun, iri armutlarından yemek üzere başlamış ağaca tırmanmaya.

Tırmandıkça sağında ve solunda bulunan armutları bir bir koparıyor, yukarıya kaldırıp ay ışığında bir güzel inceliyor ve çarığı çürüğü varsa burun kıvırıyor, homurdanıyor ve aşağıya atıyormuş, çürüğü olmayan mis gibi sulu armutları ağzına atıp, sularını akıta atıp şapur şupur yiyormuş. Bu sırada ağacın üst dallarında bulunan iri ve sulu armutları keşfetmiş ve onlara doğru yine homurtular çıkarıp derin nefesler alarak tırmanmaya başlamış.

Tabi ayı tırmandıkça Gülmestanda üst dallara tırmanıyormuş. Nihayet ayı kalın bir dalın üzerine oturmuş ve yine sağında ve solundaki dallarda bulunan armutları yemeye devam etmiş. Gülmestan çıkabileceği kadar yükseğe çıktığı ve artık gidecek yeri kalmadığı için ayının hemen üstünde bulunan, ayının oturduğu kalın daldan biraz daha ince bir dalın üzerinde korkudan nefesini tutmuş bir vaziyette bekliyor, bildiği tüm duaları okuyormuş. Bu sırada armutları yemeye devam eden ayı nihayet iri ve kocaman sulu bir armudu bulunduğu daldan koparmış ve hep yaptığı gibi ay ışığına kaldırıp incelemek üzere bakmış. Tamda Gülmestanın oturduğu dala doğru armudu kaldırmış.

Ayı armudu yukarıya doğru uzatınca Gülmestan kendisine uzattığını zannetmiş ve büyük bir koruyla “İstemeeemmm. Ben armut istemeemmmm” diye var gücüyle bağırmış.

Tabi ayının Gülmestandan haberi olmadığı için birden duyduğu bu korku dolu kocaman sesten korkmuş, dengesini kaybetmiş ve ağacın tepesinden olduğu gibi aşağıya yuvarlanmış tepesi üstü düşüp ölmüş.

Gül mestan sabaha kadar korkusundan ağaçtan inmemiş çocuklar. Sabah olunca ağaçtan inmiş ve bir de ne görsün ayı ölü bir vaziyette hala yatıyor.

Hemen koşa koşa köyüne gelmiş ve başından geçenleri bir bir anlatmış. Köylüler hemen Gülmestanın tarif ettiği yere gelmişler ve bakmışlar ki ormanın en iri yarı ayısı orada öylece korkudan ödü patlamış bir vaziyette yatıyor.

Tüm köylüler Gülmestanın ne kadar usta bir avcı olduğunu sadece sesiyle bağırarak bir ayıyı korkudan alt ettiğini dilden dile anlatmışlar.

O günden sonra Gülmestan da babası gibi büyük bir avcı olarak anılmış durmuş çocuklar.

Ama Gülmestan o günden sonra hiçbir canlıya ateş etmemiş. Canı avlanmak istediği zaman köyün hemen yakınındaki gölden balık avlayıp getirir annesiyle birlikte afiyetle yerlermiş

Böylece mutlu mesut bir şekilde yaşayıp gitmişler.

Bu masalda burada bitmiiiş.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Gökten üç elma düşmüş. Birisi sizin başınıza, ikincisi bu masalı bize anlatan masalcının başına, üçüncüsü de çevresindeki tüm hayvanları seven ve onlara merhamet gösteren herkesin başına olsun.

Hoşçakalın.

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün