DİLİN DİLEMMASI

Print Friendly, PDF & Email

“-Kolombiyalı olmak ne demek?

-Bilmem ki, diye yanıtladım. Bir inanç biçimi.

-Norveçli olmak gibi bir şey, diye vurguladı.”

Borges-Ulrike

“-Bir alıntı mı bu yoksa? Diye sordum ona.

-Kuşkusuz. Alıntılardan başka ne kaldı geriye. Dil bir alıntılar dizgesidir.”

Borges-Yorgun Bir Adamın Düş Ülkesi

“Derrida, Marcel Proust’un ‘Bütün güzel kitaplar bir tür yabancı dilde yazılmıştır.’ cümlesini tekrar formüle eder ve der ki: ‘Biz asla ne kendi dilimizde ne de yabancı dilde yazamayız.’ Ve böylelikle adeta yazarın profesyonel bir yabancı kalması gerektiğini vurgular gibidir.” [1] Proust’un söylediğinden hareketle Borges’in “Dil bir alıntılar dizgesidir.” cümlesinin de bizi dolaylı olarak Derrida’nın asla tek bir dilde yazamayacağımız önermesine götürdüğünü düşünüyorum. Dilimizi oluşturan alıntılar dizgesi düşüncesi, hiçbir zaman tek bir dilde konuşmadığımızı destekler; her bir düşünceyi, şahsa münhasır bir dil olarak algıladığımızda bu böyledir. Bunu savunabiliriz çünkü aynı dili konuştuğumuzu iddia ettiğimiz kişilerle bile anlaşamadığımız anlar vardır –Derrida için ise bu karşılıklı anlaşılamazlık varlığını sürekli korur. Konuştuğumuzu sandığımız dil, aslında bizi başka türlü düşünmekten alıkoyan sınırlar inşa eden ve bir “öteki” tarafından bize verilmiş bulunan bir sistemdir. Bütünüyle bize ait olmayan bu sistem içerisinde, (herhangi bir şeyi) öğrendiğimiz ilk an kim varsa karşımızda, devam eden yıllarda sürdürdüğümüz bütün konuşma pratiği ondan yapılmış bir alıntıya benzer böylelikle. Alıntılar, bir başkasına referans vererek “öteki”ni kurar. “Öteki” bize kendini doğal olan olarak sunar, biz şekillenen dilimizin “doğal olarak” bize ait olduğunu “biliriz.” Dilimizin bize verilmiş, dışarıdan şekillenen bir nesne olabileceğini ise aklımıza hiç getirmeyiz. İkna olmuş vaziyetteyizdir çünkü ilk andan itibaren, dil ile karşı karşıya kaldığımız ilk andan itibaren zaten o dil ile kurulmuş bir dünyanın içindeyizdir ve bir şeylerin sandığımız kadar bize ait olmadığına dair en ufak bir ipucu bile yoktur etrafta. Bu bir çeşit dilemmaya sürükler bizi.

İlk adımda düşünme ve konuşma arasında bir ayrılığa düşeriz. Eğer bildiğimizi sandığımız şeyler, içinde bulunduğumuz kültürle, mevcut otorite ile şekillendiyse konuştuğumuzu sandığımız şeyler de bu şekillenmenin bir ürünü olarak bize ait olmaktan çıkar. Bu cümlemin düşünce ile sözü birbirine bağlayan deterministik bir tınısı olduğunun farkındayım, sanki sözden önce düşünce mevcutmuş ve söz düşünce ile şekillenirmiş gibi geliyor. Fakat kast ettiğim şey böyle bir determinizmi öne sürmek ve bunu savunmak değil. Önceden bir belirlenmişle olan bir şey değil bu; öğrenilen ve öğretilen şeyler ile benin arasındaki yarıkla ilgili bir şey. Bana ait olduğunu düşündüğüm, sahip olduğumu düşündüğüm şeylerin bir öteki tarafından şekillendiriliyor olması düşüncesi, bize verili olarak sunulmuş şeylere karşı eleştirel ve temkinli yaklaşmayı gerektiriyor. Ve en temelde bu verili şey, konuştuğumuz dil.

Derrida’nın temel tezlerinden biri, insanın sahip olduğunu düşündüğü “bir dili olma”nın, insana, sandığı gibi bir ayrıcalık bahşetmediği yönündedir. Bu ayrıcalığı reddedeceği en pürüzsüz yer, insanın bu ayrıcalığın en saf biçimiyle görünür olduğunu iddia ettiği insan-hayvan ikiliğidir. 1997 yılında katıldığı bir seminerde[2] Derrida, kendine insan diyen insanın, kendini bir dizi karşıtlıktan hareketle tanımladığını söylemektir. Meselenin özünde logos vardır. Logos yani söz, söze sahip olma, söz söyleyebilir olma insanı, insan olmayan diğerleri karşısında konumlandırır. İnsanı insan yapan özelliklerden biri olarak konuşabiliyor olması ileri sürülür; logosa sahip olmasıyla insan kendini bilir, mevcudiyetinin farkına varır. İnsandan farklı olarak hayvan mevcudiyetinin farkında olmaktan mahrumdur. Hayvanın sahip olduğu logos insanın sahip olduğundan farklıdır. Bu sebeple insan kendine bir dünya kurabilmiştir. İki insan karşılaştığında konuşabilmelerinin, anlaşabilmelerinin önünü açan şey budur. Derrida bu sahipliğin bizi körleştiren yegâne unsur olduğunu ileri sürer. Bir logosla kurduğumuzu düşündüğümüz dünya, biz kendisine bakmadan önce dil ile şekillenmiş bir dünyadır. Dünya hakkında fikre sahip olmak demek daha öncesinde bilmediğimiz bir şeyleri biliyor olmak durumuna gelmek demekse daha öncesinde hakkında bir şey bilmediğim bir konu hakkında nasıl yansız bir fikre sahip olacağım? Öğrendiğim şey, muhakkak biri tarafından şekillendirilmiş, öğrenilmiş ve bana öğretilmiş olacak. Aynı şeyi, konuştuğumuz dil üzerinden düşündüğümüzde bir dile neden asla sahip olamayacağımız daha belirgin hale gelir. Sahiplik meselesi de ayrı bir tartışma konusu aslında. Kim, neye, hangi koşullarda, ne hakla sahip olur? Bunun haricinde asla, bize ait, anadilimiz diyeceğimiz bir dilimiz olmayacak. Bununla birlikte nerede doğdumuz, hangi kültürle şekillendiğimiz, hangi ülkenin vatandaşı olduğumuz da aynı derecede önemsizleşecek. Kolombiyalı olmak ve Norveçli olmak aralarında bir fark gözetemeyeceğimiz bir konuma indirgenmiş olacak. Derrida’ya göre insan, bu noktada anlatılamaz, paylaşılamaz bir deneyimin içinde tek dilli olmak ve kendinin olmayan bir dili konuşmak arasında son bulmayacak bir çatışmanın içindedir. Bu çatışmanın da kolay kolay sonlanacak gibi bir niteliği yok gibidir.

Derrida’ya referans vererek dil üzerine konuşmak, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyi sorgulamaya açmak, bu sorgulamayı bizi insan yapan en temel özelliğimiz olduğunu düşündüğümüz dilimizden başlatmak –başlatmayı söylemek, öyle bir çırpıda kolayca gerçekleştirilebilecek deneyimler değil. Nasıl yapacağımız konusunda da bir bilgiye sahip değiliz. Bilgiden yoksun bulunduğumuz bu nokta ana dil olarak kabul ettiğimiz şeyin aslında içinde ikame ettiğimiz fakat yaşarken ve ölümde asla benim olmayacak bir şey olduğunu düşünmeye başlamamız gereken nokta. Mesele neyi kabul edeceğimiz değil neyi kabul etmeyeceğimiz aslında. Ancak bu yolla “dil ile kurulmuş ve aşılamaz olduğu iddia edilen sınırların kuruluşunun mantığını soruşturabiliriz.”[3]

ŞEYDA SULTAN DURU

  1. Aydınalp, Esra B. Ötekinin Tek Dilliliği Ve Homo-Hegemonyanın Ana Dildeki İzleri, DERRIDA’DA BIR DILDEN FAZLASI OLARAK YAZI, s.1
  2. Ertuğrul, T. Jacques Derrida:”Hayvan” Meselesini İnsan Hayvan İkiliğinin Ötesinde Düşünmek, Cogito, sayı:80 sf. 174-195
  3. A.g.e.

Start typing and press Enter to search

Skip to content