Rüzgârın Ninnisi

Print Friendly, PDF & Email

Evvel zamanda buradan çokta uzak olmayan bir kasabada, ılık bir ilkbahar sabahı yeşil çimenlerin üzerindeki karahindibaları havalandırıp, döndüre döndüre dans ettirmeye başlamış. Ağaçların taze giyinmiş yeşil yaprakları ile ucundaki pembe-beyaz çiçekleri eteklerini savurmuş. Kır çiçeklerinin kalbindeki, boncuk boncuk tohumları, özlemle bekleyen toprakla buluşturmak için havalandırmış. Gökyüzündeki gri-mavi bulutları çekiştire- ittire hareket ettirmiş. Yağmur damlacıklarıyla buluşmayı sabırsızlıkla bekleyen toprağa müjde vermek üzereyken; ıslık çala çala, ninni söyleye söyleye uçuştururken tozu toprağı, olanlar olmuş.

İşte tam da o anda kulaklarını kapatmış, kaşlarını çatmış. Rüzgârın bu melodisi ve dans gösterisini duyar duymaz;

-“HAYIRRRRRR” diye bağırmış ufaklık.

-“HAYIRRRRR BEN BU SESİ DUYMAK İSTEMİYORUMMMMM”

Zeyno’nun rüzgârın sesi ile bir sorunu varmış. Kasabadaki iki katlı ahşap evlerinin üst katında oynarken oyuncaklarıyla, rüzgâr esmeye başlamış. Sanki dışarda değil de evin içinde esmekteymiş. Öyleki rüzgârla birlikte bir orkestra kuruluyormuş eve. Sanırsın ki koca orman bizim Zeyno’nun evine yerleşmiş. Yerleşirken de tüm baykuşlar, yarasalar ve kurtlarla birlikte taşınmış. Öyle korkutucu, öyle yüksek bir ses. Pencere kenarından usul usul üflemeye başlayınca rüzgâr nefesini; Zeyno sanki kulak zarı patlıyormuş gibi bağırıp, elleriyle kulaklarını kapatıp, odasından fırlayıp annesinin yanında alıyormuş soluğu. Koca bir kışı bu şekilde geçirdikten sonra artık dayanamayıp patlamış.

-“EĞERRR” demiş işaret parmağını havaya kaldırıp sallayarak;

-“Eğer bir dilek hakkım olsaydı şu korkunç sesli, kalbimi pır pır titreten, karanlığı ıslığa, evimi ormana çeviren şu rüzgârın bir daha buraya gelmemesini isterdim”. demiş.

Ufaklık böyle der demez olanlar olmuş. Rüzgâr birden durmuş. Duymuş kendisinden korkuyla ve öfkeyle bahseden sesi, sözleri. Öyle üzülmüş öyle üzülmüş ki toparlanıp bir fısıltı gibi sessizce uzaklaşıvermiş o diyardan çok uzaklara, ta Kaf Dağı’nın ardına.

Rüzgârın gidişinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış kasabada. Günler-aylar- mevsimler gelmiş geçmiş. Bahar yeniden gelmiş gelmesine ya çiçekler dallarda kalakalmış öylece. Çiçeklerin kalbindeki tohumlar, polen tozları gidememiş uzaklara, buluşamamış toprakla.

Bulutlar çakılı kalmış mı! oldukları yerde! Yağmurlar yağmaz olmuş, toprak suya hasret kalmış. Dağların tepelerine kurulmuş yel değirmenleri kapatmışlar kollarını, hiç dönmemişler. Rüzgâr gülleri-yel değirmenleri dönmeyince kasabanın ihtiyacı olan elektrikte üretilemez olmuş. Tüm kasaba karanlıkta kalmış. Hani akmayan su bulanıklaşır ya, hava da tazelenmediği için kasabanın üzerine bir ağırlık çökmüş. Kokuşmuş gökyüzü altında; insanlar, hayvanlar, bitkiler nefes alamaz olmuşlar, tabiî bizim ufaklıkta.

Ekinler, buğdaylar büyüyememiş, olgunlaşamamışlar. Ağaçlar çiçeklenmemiş, meyve verememiş. Toprak öyle kurumuş öyle kurumuş ki susuzluktan çatlamış. Herkes, rüzgârın ninnisini dinlememiş tüm canlılar; genç-yaşlı tüm insanlar, hayvanlar, bulutlar, toprak, gökyüzü artık dayanamamışlar bu duruma. Rüzgârı yeniden çağırmak üzere bir haberci kuş göndermişler.

Rüzgâr dinlemiş dinlemiş haberci güvercinin anlattıklarını. Kendisi gittikten sonra kasabadaki hayatın nasıl değiştiğini, tüm canlıların nasıl zor durumda olduklarını! anlatmış da anlatmış güvercin. Rüzgâr anlamış anlamasına ya ufaklığın sözlerine çok üzülmüş, çok içerlemiş.

-“Yok” demiş rüzgâr

– “ Madem benden ve sesimden bu kadar rahatsız oluyor, korkuyor gelmiyorum. Dinlesin işte sessizliğin sesini. Hem ben istenmediğim yerde durmam” demiş.

Haberci güvercin ne dedi ne yaptıysa da iknâ edememiş rüzgârı dönmeye.

Çaresiz geri dönmüş kasabaya. Merak içinde bekleyen kasaba halkına bir bir anlatmış rüzgârın dediklerini. Ufaklık dinleyince haberci kuşun anlattıklarını, anlamış hatasını. Kendisinin korkusu ve bencilliği yüzünden tüm kasabanın, tüm canlıların yaşadıkları zorlukları düşününce pişman olmuş söylediklerine. Kasaba meydanında toplanmış, kendi kendine!! söylenen halkın arasından usulca ayrılıp rüzgârın saklandığı yere gitmek için düşmüş yola.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ayla bir güz yol gitmiş bir de dönmüş bakmış ki ardına bir ses boyu yol gitmiş. Nihayet rüzgârın yanına gelmiş.

Yanakları al al olmuş, utanmış bir şekilde, rüzgârın, sesinden korkup onu istemediği için ne kadar üzgün ve pişman olduğunu söylemiş.

– “Canlılar için bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum” demiş.

-“Eğer bir dilek hakkım daha olsaydı kasabamıza geri gelmeni isterdim”.

Böyle demiş ve geldiği gibi geri dönmüş ufaklık, rüzgârın cevabını beklemeden. Rüzgârın kulağında, ufaklığın sözleri yankılanmış durmuş günler boyunca.

Sonra bir akşamüstü toplamış eteklerini, giyinmiş görünmez pelerinini, ıslık çala çala geri gelmiş kasabaya. Bebeklerin, çocukların yüzünü okşamış tatlı tatlı. Temizlemiş bulanık ve kokuşmuş havayı. Temizlenince hava, ferahlık gelmiş, derin bir nefes almış, rahatlamış tarlada-bağda- bahçede çalışanlar. Çiçekler kalbini açmış, tohumlarını hediye etmişler, rüzgâr kucaklayıp toprağa yerleştirsin diye. Bulutlar uzun zamandır çakılı kaldıkları yerlerinden! kalkıp gitmişler yağmur bulutlarını çağırmaya. Toprak yağmurla buluşup içmiş kana kana, doya doya su damlalarını. Yel değirmenleri mi? Onlarda açmışlar kollarını, aydınlanmış tüm haneler, tüm evler.

Salıncakta oturan ufaklık, tüm bu güzellikleri seyretmiş; keyifle, mutlulukla. Rüzgâr yavaşça yaklaşmış ve üflemiş salıncağa usul usul. Ufaklık mı? Kapatmış gözlerini dinlemeye başlamış yeni arkadaşının kulağına fısıldadığı ninnisini.

Gökten üç elma düşmüş. Biri Masal anlatanlara, Biri masalı ve rüzgarın ninnisini dinleyen çocuklara, çeri-çöpü çekirdeği de rüzgârla birlikte toprağa.

Yazan
Şerife Paşayiğit Sakarya
Okul Öncesi Eğitim Öğretmeni/Masal Anlatıcısı

Start typing and press Enter to search

Skip to content