GÜLÜMSEYEN ARABA

Print Friendly, PDF & Email

Sıcak bir yaz akşamıydı…

Eskiden mevsimine uygundu havalar; yazın ortasında turfanda bir poyraz yahut kışın ortasında sürekli tebessüm eden bir güneş göremezdiniz. Ağustos ayında bile Davraz Dağı’ndaki bir parça kar, serinletiverirdi içimizi, bazen ne çok isterdik orada olmayı. Sürekli akan bir çeşmenin başında sıraya dizilir, lıkır lıkır suyumuzu içer devam ederdik, yedi kiremite, saklambaca, topaca…

Sıcak bir yaz akşamıydı…Rahmetli babam, akşam yemeğini yerken “birazdan hazırlanın, sizi bir yere götüreceğim” dedi. Aklımdan geçen ihtimal beni öyle heyecanlandırdı ki, o akşam pek bir şey yiyemedim diyebilirim. Evet, çoktandır sadece rengarenk ışıklarını gördüğüm, uzaktan gelen belli belirsiz müziklerine ellerimi çırparak eşlik ettiğim lunaparka götürecekmiş bizi. Sevinçten sıçradığımı hatırlıyorum. Annem, babam, abim ve ben gülümseyen kamyonetimize binip lunaparka gittik.

Herşey ne kadar da ilginç ve kocamandı. Oysa herkes ne kadar da alışık gibiydi. Mutsuz yüzlerdi bazılarınınki. Sıradan bir şeymiş gibiydi onlar için orada olmak sanki. Yoksa biz uyurken hep buradalar mıydı? Eğlenmekten sıkılır mıydı ki insan, çikolata yemekten bıkmak gibi bir şey…

O gün ilk defa dönme dolaba bindim, gerçekten de dönüyordu ve başını döndürüyordu insanın. (Yıllar sonra bir deyim olarak karşıma çıkacağını da henüz bilmiyordum tabi) Yıldızlara hiç o kadar yaklaşmamıştım, korksam da çok heyecanlıydım. İçimdeki korku ve heyecan tıpkı dönme dolap gibi yer değiştiriyordu, önce biri yukarıda, sonra diğeri… O döngünün içindeydi merakıma damlayan heyecanım, korkularımı aydınlatan sevincim, birbirini doğuran sorularım, şaşkınlığım… Ve bir de bize tanınan süre vardı, ne ilginçti, birden duruyordu o koca alet ve sırayla iniyorduk…Sonra yeni insanlar, aileler, çocuklar, gençler…biniyordu. Elimden tutarak beni başka bir yöne çekiştiren büyüklerimle gidiyordu minik pembe elbiseli bedenim ama aklım, gözüm yeniden dönmekte olan alete bakıyordu, “vay canına, az önce orada mıydım ben” diyordum. Sonra sesimi duyabilecekleri şekilde sordum “neden dönme dolap demişler buna?” Abim “döndüğü için akıllım” dedi benden daha çok şey biliyor olmanın verdiği bir özgüvenle ve gülümseyerek. “Ama dolap yok” dediğimde ise güldüler hep birlikte. Zaten ne desem gülüyorlardı, bazı sorularımın cevapları hep kahkaha olarak geliyordu. Hoşuma da gidiyordu aslında çoğu zaman, babamın da dediği gibi bulaşıcıydı gülmek. Ne kadar haklıymış, hüznün bulaşıcılığından hiç söz etmemişti… Zaten masaldan bir fanusta yaşamamı sağlamışlar yıllarca, şimdi bile bitmek bilmeyen hayretlere kapılmam başka neden olabilir ki?

***

Babam hepimize birer külah dondurma almıştı. Benimkisi pembeli sarılıydı, abiminki çikolatalı, annemle babamınki de sadeliydi. “Sadeli” deyince de güldüler, ah bu büyükler, ne desem gülüyorlar… Babam artık eve dönmemiz gerektiğini geç olduğunu söyledi. Gülümseyen arabamızı bıraktığımız yere doğru yürüyorduk yarı aydınlık sokaklarda. Acaba canı sıkılmış mıdır biz yokken diye düşündüm, o da gelse ne yapabilirdi ki lunaparkta, hem oradaki arabalar çarpışıyordu hep, tepelerindeki telden kıvılcımlar saçıyorlardı. Arabalar çarpıştıkça sevinç çığlıkları yükseliyordu üstelik, oysa kim bilir ne kadar canları yanıyordu… İyi ki uzakta beklemiş bizi ama ya beklemediyse… Ya küstüyse bize…Adımlarım, kalp atışlarım kadar hızlandı neredeyse. Oradaydı işte, sokak lambasının aydınlattığı yüzü ile gülümseyerek bizi bekliyordu. Size bir şey diyeyim mi? Gözleri karanlıkta ışık saçıyordu, tıpkı Tekir gibi. Onu yıkamayı, ağzının kıyısında biriken kirleri, pabuçlarındaki çamurları temizlemeyi… Sonra da ışıldadığını görmeyi o kadar seviyordum ki… Sanki güneşin ve gökkuşağının aynası oluveriyordu onca yaramazlığın üstüne…

***

Pembeli sarılı dondurmamdan çok az tattırdım yine, canı çekmiştir belki, yarın biraz su tutarız olur biter. Okumayı öğrendiğimde ona kitaplar okuyacağım çünkü büyüdüğümde okula gideceğim. Ben büyürken o da büyür mü acaba?

Start typing and press Enter to search

Skip to content