
Merhaba sevgili dostlar, kıymetli masal aşıkları, yarenler, ahbaplar;
Dünya çok büyük ve insanı korkutan bir dehşetle aynı zamanda korkunç bir hızla sonuna doğru gidiyor. Kitle imha silahları, toplu katliamlar, savaşlar, insanların sadece hırs ve şahsi çıkarları için birlikte yaşadıkları, aynı havayı soludukları ve aynı güneşin altında beslendikleri mekanları sadece kendilerine aitmişçesine hoyratça ve hodbince kullanmaları neticesinde tabiat insanlığı çeşitli vesilelerle cezalandırıyor. İşin en acı yanı da bu cezayı yine insanın eliyle ve aracılığıyla gerçekleştiriyor. Batılı bir düşünürün dediği gibi “İnsan tanrıyı kıyamete zorluyor”
Son aylarda gerçekleşen yangınlar, doğal afetler, insanın tabiata karşı hoyrat ve hodbince tavırları, yine insanın hemcinsine karşı takındığı, takınmakla kalmayıp icraata döktüğü vahşet manzaraları bizi derinden etkiliyor ve çok ciddi anlamda düşünmeye sevk ediyor.
Evet yeni bir sayı ile yine sizlerle birlikteyiz. Kıymetli masal üstadı Merhum Eflatun Cem Güney beyefendi bir söyleşisinde şu tespitte bulunuyor. “Masal yazmak ve yazılan masalları anlatmak bir ruh meselesidir. Masalı anlatanın ruhu tekamüle ermişse, anlattığı masal dinleyicilerin ruhuna ve kalbine, aksi halde söylenenlerin tamamı havada kalır ve boşa gider. Mesele masalı anlatmak değil, anlatanın masalı hissetmesi, masalla hem dem olmasıdır.”
İşte bu kaos ve karmaşa içindeki dünyada masal üzerine çalışmalar yapmaya çabalayan biri olarak kıymetli üstat Eflatun Cem hocanın bu tespitini o kadar derinden hissediyoruz ki tarifi mümkün değil. Ruhumuzu masallarla dinlendirmek istiyorsak, masalın etik ve epik yapısını çok iyi analiz etmemiz, öğrenmemiz ve kurallarına, yüklediği sorumluluklara haiz olmamız gerekmektedir.
Bu yüzden masal, sadece çocukların değil, içinde çocuk kalmış herkesin ruhuna dokunan kutsal bir yoldur, yolculuktur. Masalı anlatan kişi, yalnızca sözleriyle değil, kalbiyle de anlatmalı; içindeki masalı gerçek duygularla yaşamış olmalıdır. Aksi halde, masalı anlatanda, masalın sözleri de harabeye dönüşür kimseye ulaşamaz. Bu yüzden masal anlatmak, yüreğimizi temizlemekle başlar. Çünkü masallar, dış dünyadaki gürültüyü susturan, iç dünyamızda bir ışık yakarak bize yol gösteren yıldızlardır. Eflatun Cem Güney gibi yüce ruhlardan aldığımız bu mirası, onların bıraktığı gibi, yüreğimizde taşıyıp, ruhumuzun derinliklerinde bulunan doğruluk, dürüstlük, fedakarlık, diğergamlık, hoşgörü, sevgi ve aşk gibi bir çok duyguyu göz önüne alarak, hayatımızın içinde yaşayıp hissederek anlatmalıyız. Yoksa masal, gerçek anlamıyla masal kalmaz; yalnızca rüzgârda savrulan boş bir ses olur gider.
Bu arada şu tespitte de bulunmak yanlış olmasa gerek. Herkes masal anlatıcısı olamaz. Çünkü anlatıcılık sadece sonradan öğrenilen bilgi ya da zaman içinde edinilen tecrübe ile doğru orantılı bir durum değil. Anlatıcılık, nakil geleneğinin devamcısı olmaya hevesli ve talip kişilerin, ruh dünyalarındaki erdemin, kendilerine öğretilen isimlerin farkına varıp, bu farkındalığın sağladığı güzelliklerle yine güzeli anlatmaya talip olmaktır. Geleneği yaşatmak için yapılan tüm çabaların yanında bu geleneğin yüklediği sorumluluğun farkında olmak ve bu sorumluluğa uygun çalışmak, üretmek, anlatmak da çok önemlidir.
Çünkü söz tohumdur. Anlatıcı, yaptığı anlatı ile tohumunu attığı gönüllerde zehirli sarmaşıkların, ayrık otlarının yetişmesine de zemin hazırlayabilir, gül bahçesinin yeşermesine de. Maksadımız ve amacımız gönüllerde güller, envai çeşit çiçeklerle tezyin edilmiş bahçeler oluşturmak.
Yanlış ellerde ekilen tohumların mahsulü zehirli buğdaylar olur diyoruz ve sizi yeni sayımızla baş başa bırakıyoruz.
Keyifli okumalar efendim.
YUSUF DURU