
Tekerleme:
“Bir varmış bir yokmuş,
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde.
Develer tellal iken, pireler berber iken,
Ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Uzak diyarlarda bir kasaba varmış,
O kasabada insanlar yaşarmış.
Kimi güler, kimi ağlarmış,
Kimi masal dinler, kimi hayal kurarmış.
Masal bu ya, söz uçar kalır dilden dile,
Benim masalım da başlar şimdi, dinleyin hele!”
—
Bir zamanlar Anadolu’nun ortasında küçük ve şirin bir kasabada Kerem adında iyi kalpli bir delikanlı yaşarmış.
Bir sabah kasabanın sokaklarında dolaşırken bir evin balkonunda, çiçekleri sulayan, kuşlara gülümseyen tatlı huylu bir kızı görmüş. İçinden “Ne iyi huylu bir kız!” diye geçirmiş.
Ertesi gün kızın babasının kapısını çalmış. Babasının adı Rasim Efendi’ymiş. Kerem edeple selam vermiş ve demiş ki:
“– Rasim Efendi, Allah’ın selamı üzerinize olsun. Kızınızın iyi kalpli olduğunu gördüm. Eğer uygun görürseniz onunla evlenmek isterim.”
Rasim Efendi gülümsemiş:
“– Kerem evladım, babanı tanırdım. İyi bir insandı. Senin de iyi bir yol tutacağından şüphem yok. Ama kızımı almak için bir şartım var.”
Kerem merakla sormuş:
“– Nedir efendim o şart?”
Rasim Efendi demiş ki:
“– Uzaklarda İyilik Vadisi vardır. Orada pınarlar kaynar, sular şifa verir. Kızımın gönlü kırık, ruhu yorgun. O sudan içerse iyileşecek. Sen bana oradan bir şişe hayat suyu getir.”
Kerem hiç düşünmeden kabul etmiş. Ama yolunu bilmediği için Rasim Efendi ona bir sır vermiş:
“– Köyün camisinin önünde yaşlı bir nine var. Ona sorarsan sana yolu gösterecek.”
Kerem ertesi sabah ninenin yanına gitmiş. Önce birkaç akçe bırakmış, sonra yolu sormuş. Nine uzun uzun tarif etmiş.
Kerem, kasabanın handan bir at almış ve yola düşmüş. Kırk gün boyunca doğuya doğru yürümüş. Sonunda İyilik Vadisi’ne ulaşmış.
Vadinin girişinde karşısına bir yaşlı derviş çıkmış. Üzerinde yamalı hırkası, elinde asasıyla Kerem’e bakmış. Sesinde öfke değil, tatlı bir şefkat varmış:
“– Evladım, büyük bir yolculuğa çıktın. Ama aradığın hayat suyu bu vadinin içinde değil. Onu almak için denizin ortasındaki adaya gitmelisin. Orada büyük bir sınav seni bekliyor. Yolunu sana ben göstereceğim.”
Derviş, Kerem’i deniz kıyısına götürmüş ve karşıdaki adayı işaret etmiş:
“– İşte orada! Ama bil ki adada korkunç bir ejderha yaşar. Onu yenmeden suya ulaşamazsın.”
Kerem dervişe teşekkür edip kayığa binmiş, adaya geçmiş. Gerçekten de karşısına kocaman, kanatları gökyüzünü kaplayan bir ejderha çıkmış. Ejderhanın ağzından alevler saçılıyor, kükremesi dağları sarsıyormuş.
Ejderha haykırmış:
“– Bu pınarın suyunu almak isteyen önce benimle savaşacak!”
Kerem kılıcını çekip cesurca ejderhaya saldırmış. Günlerce sürmüş savaş. Ejderha ateş püskürmüş, kuyruğunu yere vurmuş, ama Kerem geri adım atmamış. Sonunda ejderhayı yenmiş ve İyilik Pınarı’ndan bir şişe hayat suyu doldurmuş.
Tam köyüne dönecekken derviş yeniden karşısına çıkmış. Bu kez daha yumuşak bir sesle konuşmuş:
“– Evladım, ejderhayı yendin ve hayat suyunu aldın. Fakat gerçek iyilik yalnız cesaretle olmaz. Sabırla, emekle ve hizmetle tamamlanır. Eğer gerçekten iyilik yolunda yürümek istiyorsan bana yedi yıl hizmet edeceksin. Bu hizmet sana sabrı, kanaati ve tevazuyu öğretecek.”
Kerem hiç tereddüt etmemiş. Yedi yıl boyunca dervişin yanında kalmış. Onunla dağlardan odun taşımış, hayvanlara bakmış, yolculara yardım etmiş, fakirleri doyurmuş.
Yedi yıl sonunda derviş, Kerem’e gülümsemiş:
“– Evladım, sen artık sadece suyun değil, sabrın ve merhametin de sahibisin. Yolun açık olsun.”
Kerem köyüne dönmüş, Rasim Efendi’ye şişeyi teslim etmiş. Bir hafta sonra da Rasim Efendi’nin kızı Elif Hanım ile düğünleri yapılmış.
O günden sonra Elif Hanım iyileşmiş, yüzü gülmüş. Meğer asıl şifaya kavuşan kişi huysuz, kırıcı kaynanasıymış. Hayat suyunu içince o da tatlı dilli, güler yüzlü olmuş.
Böylece Kerem hem iyi kalpli bir eşe, hem de şefkatle yumuşayan bir kaynanaya kavuşmuş.
Ve gökten üç elma düşmüş:
Biri bu masalı anlatana,
Biri bu masalı dinleyene,
Biri de sabırla iyiliğe inanıp yola çıkana.