Sayı 27

HAYY’dan GELİRİZ HU’ya gideriz…

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Değirmenin alası, derebeyinin kalası. Adalatten merhamet, ataletten zahmet doğar demişler. Kuru elma yemişler. Ben elmanın kurusuna dayanamam, meyvelerin çöplerini ayıklamam. Armudun iyisini ayılar sever, taamın helalini Müslüman seçer. Yer yer imiş yer imiş, yerde buldum bir yemiş. Yemişimi kuş kemirmiş, minik lokma yememiş. Hartan kirtan, ordan burdan, eniştem geliyor dağdan. Dağdan odun toplamış, sırtına vurup katlamış. Odunun yeri soba, öyle uzakta durma. Yaklaş otur yanıma, başlayalım masala…

Uzun zaman önce uzak diyarlardan bir yerde kocaman görkemli ve kalabalık bir şehirde, şehrin çarşısının bir köşesinde, bir kişinin ancak sığabileceği, duvarlarında raflar olan, raflarında eski ayakkabılar, ayakkabıların konulduğu torbalar olan bir küçük dükkan varmış. Kundura tamircisi Kıymık İhsan isminde bir adammış. Güler yüzlü, şen sözlü, hep konuşkan, yanında konuşacak kimse olmadığı zaman kendi kendine konuşan ve türkü söyleyen bir adammış. Hemen dükkanının yanında bulunan çay haneye her gün onlarca insan gelir, onların kimisi ayakkabılarını boyatmaya, kimisi eskiyen, tabanı delinen çarıklarını yamalatmaya, tamir ettirmeye getirirlermiş.

Böylece Kıymık İhsan da geçimini sağlayabilmek için verdiği hizmetlerin karşılığında üç beş kuruş para alır, bununla her gün akşam evine giderken bir ekmek, biraz peynir, domates, salatalık, zeytin gibi yiyecekler alırmış.

Kıymık İhsan çalışırken ara ara derin bir nefes alır ve “Huuuu” diye bırakırmış bu nefesi. Bu hu sesi yan taraftaki çay hanenin önünde oturanlar tarafından duyulur ve Kıymık İhsmanı da tanıdıkları için kendi kendilerine gülerek “İhsan usta yine huu ya gidiyor” diye şaka yaparlarmış.

Bu kıymık ihsanın üç tane erkek evladı varmış. Birisi 16 yaşında bir delikanlı imiş ve padişahın ordusuna okçu olarak yazılmış, talimlere gidip geliyor ve iyi birokçu olabilmek için çalışıyormuş, onun küçüğü medresede okuyor, alim olabilmek için çırpınıyormuş. En küçük ise henüz yeni yeni yürümeye başladığı için annesinin dizinin dibinden ayrılmıyor, yanlarında kalıyormuş.  Kıymık ihsan ve hanımı da bu en küçük çocuklarını çok seviyorlar ve her gün akşam onunla oynuyorlar, şen şakrak kahkahaları, mutluluk çığlıkları evlerinin penceresinden, kapısından komşu evlere kadar gidiyor ve herkes gıpta ile özenerek Kıymık İhsanın ve ailesinin huzurundan vermesi için Allaha yalvarıyorlarmış.

Tabi bunları kıskananlar Kıymık ihsan ve ailesinin mutluluğuna, şen şakrak kahkahalarına hasetlik besleyenler ve kıskançlıkla bakanlar da yok değilmiş. Günler böyle mutlu ve mesut bir şekilde geçip giderken yine bir gün sabah Kıymık İhsan erkenden ayakkabı tamir dükkanını açmak için evden çıkmış ve dükkanına gelip besmele ile kilidini açmış.

Deri önlüğünü önüne giymiş. Yine dualar ederek tezgahının başına oturup elindeki işleri tamamlamaya, tamire gelmiş olan ayakkabıları yeniden hayata döndürmeye uğraşıp, onlarla ilgilenmeye başlamış.

Her gün sabah yan taraftaki çay haneye insanlar gelip otururlar, bu sırada da İhsan ustaya selam verip hayırlı işler temennisi ile hal hatır sorarlarmış. Ancak o gün kimse Kıymık İhsanın dükkanına gelmemiş, herkes sanki korkulacak bir yermiş gibi dükkanın uzağında oturuyorlarmış.

Tabi ihsan usta da bunun farkına varmış ama üstünde pek durmamış. Çalışmaya devam etmiş. Derin derin nefes alıp ara ara “Huu ya gideriz” diye nefesini bırakıyor ve işlerine devam ediyormuş.

Ögle ezanları okunmadan önce padişahın özel ulaklarından iki tanesi yanlarında askerlerle beraber İhsan ustanın dükkanının bulunuduğu yere gelmişler ve çay hanenin önünde sessiz sessiz oturanlara İhsan ustanın dükkanını sormuşlar.

İhsan ustanın dükkanına gelince askerlerin başındaki komutan selam vermiş ve “İhsan usta sana bir haber getirdik ama üzülme, lütfen metin ol. Oğlunu maalesef kaybettik. Allah mekanını cennet eylesin. Antrenman esnasında yanlışlıkla atılan bir ok oğlunun kalbine saplandı ve oracıkta can verdi.”

Kıymık İhsan önce söylenenleri anlamamış, öylece bön bön yüzüne bakıyordu komutanın. Sonra yavaş yavaş içine işlemeye başladı bu haber ve gözlerinden birkaç damlaya yaş süzülüp yanaklarından aşağıya  doğru damlarken derin bir nefes alıp “Huu ya gideriz” diyerek susmuştu.

Haberi getiren askerler, komutanlar çok şaşırmışlardı. Biraz konuşup teselli etmek istemişler ama İhsan usta başını önüne eğmiş ve işine kaldığı yerden devam etmiş. Bu arada gözlerinden süzülen yaşlar elindeki eski ayakkabının üstüne damlıyormuş. Artık acısından mı hiç ses çıkarmamış, yoksa hakikaten çok üzüldüğü için bir söze muktedir olamamış mı kimse anlayamamış.

Tabi büyük oğlunu kaybetmenin acısı İhsan ustanın evine düşmüş. Annesi, diğer kardeşleri ve İhsan usta üzüntü içinde evlatlarını toprağa vermişler, sonra gelen taziyeleri kabul etmişler ama hayat devam ettiği için yine herkes kendi işine gücüne dönmüş. İhsan usta da her ne kadar metin olmaya çalışsa da içi yana yana yine dükkanını açmış, eski kunduraları tamir etmeye, gelen işleri yapmaya, insanlara hizmet etmeye devam etmiş. Tabi bu arada yine herkesin duyacağı şekilde “Huu’ya gideriz” diye tekrarlıyormuş sürekli.

Aradan birkaç ay geçmiş ve Kıymık İhsan, çocuklarını da alarak üzerlerindeki o sıkıntıyı atabilmek için şehrin dışında bulunan akarsuyun kenarında bulunan ağaçlıkların altına piknik yapmaya gitmiş.

Hanımına bunu söylemiş, hanımıda iyi olur hiç olmazsa çocuklarda açılırlar  diye sevinerek hazırlıklar yapmış. Günün erken saatlerinde bir şekilde piknik yapacakları yere gelmişler. Önceden hazırladıkları örtüleri gölgesi geniş olan güzel bir söğüt ağacının altına sermişler, Çocuklar ve Kıymık İhsan çimenlerin üzerinde oyun oynarlarken, hanımı da kahvaltı hazırlamış, hep beraber neşe içinde kahvaltılarını yapmışlar. Hanımı ile sohbete dalan Kıymık İhsan iki çocuğunun akarsuya doğru gittiklerini farkedememiş.

Az sonra çığlıklarla kendilerine gelmişler ki iki çocuğu da akarsuyun içinde akıntıya kapılmışlar bata çıka uzaklaşıyorlarmış. Kıymık İhsan ve çocukların annesi çırpınmışlar, çare aramışlar, etrafa bağırmışlar ama kimsecikler yardımlarına gelmemiş. Nihayet ana yüreği dayanamamış ve çocuklarının ardından o da dereye atlamış, hızlı akan su onu da alıp sürüklemiş. Çocuklarının peşinden o da suların içinde bata çıka gözden kaybolmuş.

Kıymık ihsan uzun süre karısını ve çocuklarını derenin kıyısından koşturarak takip etmiş ama bir yerden sonra yalçın kayalar ve sarp arazi buna da müsaade etmemiş. Büyük bir üzüntüyle olduğu yere yığılıp kalmış.

Birkaç gün oralarda gezinmiş, dereyi araştırmış. Belki çocuklarımın, karımın cesedi kıyıya vurur diye beklemiş ama nafile. Artık iyice umudunu kesince kendine  toparlanıp kalkmış ve bu işte bir iş var Allah beni bir şeyle sınıyor  diye düşünerek gözlerinin yaşını silmiş. Kendi kendine huu’ya gideriz… huu’ya gideriz diye tekrar ede ede  şehre gelmiş, evinin kapısını açmış. İçeriye girmiş ki bir de ne görsün derenin azgın sularına kapılan karısı ve iki çocuğu büyük bir kederle öylece evlerinde oturuyorlar.

Çok sevinmiş ve hanımına, çocuklarına büyük bir sevgiyle sarılmış. Tabi olanı biteni öğrenen komşularda onları yalnız bırakmamış. Bu sırada Kıymık İhsan sürekli Huu’ya gideriz diye tekrarlayıp duruyormuş.

Nihayet komşularından birisi dayanamamış ve sormuş. “Yahu İhsan usta bir yere gidebilmek için bir yerden gelmek lazım. Sen ha bire Huu’ya gideriz deyip duruyorsun. Nedir bu gittiğin yer ya da neresidir? Hem nerden gelirsin, geldiğin yer neresidir?”

İhsan Usta tebessüm etmiş. Tüm komşuları ilk defa tebessüm ettiğini gördükleri ihsan ustanın vereceği cevabı merakla bekliyorlarmış.

“Hayy’dan geliriz, Huu’ya gideriz efendiler. Bu benim dedemden öğrendiğim bir nefestir. Hayy diri ve bir olan Rabbimizin ismidir. Tüm kainatın yaratıcısı ve sahibidir. Bizde O’ndan geliriz, Hu’da yine O’nun en güzel isimlerinden biridir. Öldüğümüzü zannederiz ama gidişimiz onadır. Yani anlayacağınız, her şey ama her şey Hayy’dan gelir Huu’ya gider.” Diye cevaplamış.

O günden sonra bu deyim yerleşmiş ve insanlar üzüntülerinin, sıkıntılarının ve dertlerinin gereksizliğini, dünya için akıtılıcak gözyaşının yersizliğini, her şeyin gelip geçici olduğunu ifade etmek için “Hayy’dan gelen Huu’ya gider” demişler.

Tabi zamanla bu deyimin anlamı, mahiyeti, kullandığı yerler değişmiş. Bu deyimle aslında gereksiz, yersiz ve kaynağı belli olmayan ne varsa hepsinin asılsız ve yetersiz çaba ile elde edildiğini, çok çabuk kaybedileceğini ve insanın elinden alınacağını, insanın bunun kıymetini bilmeyeceğini ifade etmek için de bu deyimi “Haydan gelin huya gider” diyerek değiştirmiş ve kullanmışlar.

Bu masalımızda burada bitti.

Gökten üç elma düştü. Biri bu masalı anlatanın, biri dinleyenin, biri de bu deyimi bulup doğrusunu kullananların başına düşsün.

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu