KELOĞLAN VE ALİ CENGİZ OYUNU

Print Friendly, PDF & Email

(Anonim)

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir Keloğlan varmış. Keloğlan’ın dünyada bir anasından başka kimsesi yokmuş. Bildiğimiz her şeyin aksine Keloğlan çalışkan, cevval ve annesine yardımcı olmak için elinden geleni ardına koymayan bir gençmiş. Öyleki gücünün son raddesine kadar çalışır, kazancını da olduğu gibi annesine getirirmiş. Köylük yerde ne iş olur ki demeyin. Öyle şeyler yapılır ki siz bile şaşarsınız.

Mesela, Keloğlan komşuların sürülerine çobanlık yapar, onların bağ bahçe işlerinde yardımcı olur, örülecek duvarlar, tamir edilecek eşyalar ne varsa hepsine el atar, gücü yettiğince koşturur ve hayatını kazanır, günlerini dağlarda, bayırlarda sürü peşinde dolaşmak ve bu işleri yapmakla dolu dolu geçirir, tembel tembel yatmazmış.

Zaman hızla akmış sevgili okuyucular. Her şeyde olduğu gibi Keloğlanın üstünde de etkisini göstermiş. Serpilmiş, büyümüş, gelişmiş, artık yiğitmi yiğit, gözüpek, atılgan ve cesur, koca bir delikanlı olan Keloğlan, anasına evlenmek istediğini söylemiş. Anası:

-Oğlum, demiş, sen çobanlık ederek ancak ekmeğimizi getirebiliyorsun. Bir de evlenince karını nasıl geçindireceksin?

Keloğlan gülerek:

-Anacığım demiş, herşeyin bir çaresi bulunur. Hele sen beni evlendir!

Kadıncağız düşünmüş. Eve bir gelin gelecek. Kendisine yardımcı olacak. Oğluna sormuş:

-Peki oğlum, sana hangi kızı isteyeyim?

Keloğlan demiş ki:

-Hangi kızı isteyeceksin, padişahın kızını…

Oğlundan böyle bir cevap beklemeyen kadın, şaşırmış, birazda korkmuş. Oğlunun yüzüne dikkatlice bakınca onun çok ciddi bir yüz ifadesi ile padişahın kızına gerçekten talip olduğunu anlamış. Sonra oğluna:

-Sen şaşırdın mı, demiş, hiç padişah sana kızını verir mi? Beni kapıdan kovarlar…

Keloğlan:

-Yok şaşırmadım benim canım anam ama sen merak etme! Benim ne kusurum var ki? Arslan gibi delikanlıyım. Padişah, kızını bana vermeyecek de kime verecek? Haydi sen yarın sabah saraya git, padişaha çık, kızını istediğimi söyle!

Ana yüreği. Elbette dayanamaz. Keloğlan’ın ısrarı karşısında kadın kovulmayı da göze alarak düşmüş sarayın yoluna.

Ertesi sabah kırk yerinde kırk yaması olan, ancak bayramdan bayrama giydiği en güzel ve en yeni elbisesini üzerine geçirmiş, saraya gelmiş. Kapıcılar, buna kimi istediğini sormuşlar. Padişahı göreceğini söyleyince:

-Dur, demişler, haber verelim de kabul ederse görürsün!

Kapıcılardan padişahın huzuruna çıkmış ve

-Sultanım, kapıda bir kadın var. Üstü başı temiz ama kırk yerinde kırk yaması olan bir elbise giymiş. İlla da ve ısrarla sizinle görüşmek istiyormuş. Diye haber vermiş.

Padişah, kendisini görmek isteyen kadını merak etmiş. Yanına getirmelerini söylemiş. Saray adamları Keloğlan’ın anasını yanlarına almışlar, bahçelerden, sofalardan geçip merdivenlerden çıkarak padişahın odasının önüne getirip bırakmışlar.

Kadıncağız ömründü ilk defa padişahın huzuruna çıktığı için korkudan, heyecandan bir de söyleyeceği şeyin nasıl karşılanacağını bilememenin verdiği tedirginlikle titreye titreye padişahın huzuruna girmiş. Padişah görkemli ve süslü tahtında oturuyormuş.

Keloğlanın anasını görünce şaşkınlıkla bir miktar bakmış sonra da üst perdeden seslenmiş.

-Yaklaş bakalım kadın ana. Hele gel bakalım demiş, ne istiyorsun?

Keloğlanın anası çok korkmuş. Kalbi duracakmış gibi olmuş ama hızla attığı için durmadan çalışmaya devam etmiş. Sanki dili tutulmuş, hiçbir şey söylememiş. Bunun üzerine padişah tekrar gürlemiş.

-Hele biraz yaklaş, demiş, korkmana gerek yok kadın ana ne istiyorsan çabuk söyle!

Padişahın sert sözlerinden ürken kadın, ona doğru birkaç adım daha atarak söze başlamış:

-Padişahım… Benim… Bir oğlum var… Adı Keloğlan… Şey…Oğlum çobanlık yapar… Komşuların sürülerini otlatır. Ayrıca elinden her iş gelir. Çalışkandır, yiğittir, dürüsttür. Asla yalan söylemez. Kimsenin namusuna dil uzatmaz, dedikoduyu sevmez. Dün sabah yanıma gelerek evlenmek istediğini söyledi. Ona, bir çoban olduğunu, herkesin kızını alamayacağımızı söyledim. Bana darıldı. “Arslan gibi adamım, ne kusurum var ki” dedi. Peki kimi istiyorsun gönlünde birisi varmı diye sorunca bana elbette var Padişahın kızını istiyorum gidip benim için talip olurmusun diye bana ısrar etti. Sizden kızınızı istememi söyledi. Kusura bakmayın… Ben de kabahat yok…

Padişah önce şaşkınlıkla Keloğlanın annesine bakmış, sonra kahkahayla gülmeye başlamış.

-Hatun ana bunda kızacak ne var ki, demiş. Genç değil mi, elbette ister. Ben de ona kızımı veririm ama, bir şartla. Ali Cengiz oyununu öğrenir de gelirse kızımı alır…

Kadın, hiç beklemediği bu cevap karşısında şaşırmış. Sevinerek padişahın yanından ayrılmış. Koşa koşa eve gelmiş. Keloğlan büyük bir merakla annesini ve padişahın cevabını bekliyormuş. Annesini görünce hemen ellerine sarılmış ve;

-Anam anam canım anam hele söyle padişah ne dedi? Verdimi kızını? He dedimi? Diye heyecanla ardı ardına sorular sormaya başlamış. Annesi;

-Dur oğlum bir nefes alayım, hele dur bakalım. Padişah sana kızını verecek ama, demiş. Bir şartım var, senin keloğlun keleş oğlun Ali Cengiz oyununu öğrenip de gelmesi lazım dedi. Bu oyunu ne kadar çabuk öğrenirsen, padişahın kızını da o kadar çabuk alacaksın!

Keloğlan bu habere çok sevinmiş. Neredeyse zil takıp oynayacakmış.

-Ondan kolay ne var demiş, hemen gidip Ali Cengiz’i bulalım. Oyunlarını öğrenelim…

Eveeet sevgili okurlar, kıymetli masal dostları. Meğer o memlekette Ali Cengiz adında çok marifetli ve mahir bir sihirbaz varmış. Ben sihirbaz diyeyim, siz büyücü deyin. Gerçi şimdilerde büyüceler, sihirbazlar, hokkamazlar, göz boyayıcılar çok revaçta ya. O vakitte öyleymiş. Birçok oyunlar bilirmiş. Kendi oyunlarını öğrenmek isteyen delikanlıları yanına alır, kırk günde bütün oyunlarını öğretirmiş.

Keloğlan’la annesi Ali Cengiz’i bulmak için yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere, tepe, düz gitmişler, altı ay bir güz gitmişler. Bir dönüp arkalarına baktıklarında bir arpa boyu yol gitmişler. Nihayet bir dağın eteğine varmışlar. Yoruldukları için biraz dinlenmek üzere çimenlere oturdukları sırada, karşılarına sakalı yedi karış, kendisi iki karış yerden bitme, bıcırık keçe külahlı, beli silahlı, kınımını kıştan, kırmızı fistan şalvarlı, şalaklı, cepkenli dolaklı yerden bitme bir adam çıkıp:

-Heeey… Buralar benim arazilerim. Sizin buralarda ne işiniz var? diye sormuş. Kadın hemen cevap vermiş:

Keloğlan ve annesi bu yerden bitme bıyıkları telli, kurbağa belli, inceden ince, sırmadan çizme adamı görünce gülmemek için kendilerini zor tutmuşlar.

-Oğlum Ali Cengiz oyununu öğrenmek istiyor da Ali Cengiz’i bulmaya gidiyoruz.

Meğerse karşılarındaki adam Ali Cengiz’in ta kendisi imiş. Her türlü oyunu bildiği için kılıktan kılığa girebiliyor, bir anda şekil değiştirebiliyormuş. Şimdi de cüce kılığında keloğlan ve annesinin karşısına dikilmiş. Bir miktar Keloğlanı ve annesini inceledikten sonra, hemen asli haline dönerek değişivermiş. Bunu gören hem keloğlan, hem anası çok korkmuşlar. İnmidir, cinmidir neyin nesidir diye birbirlerine sarılarak titremeye başlamışlar. Bu sırada değişen adam konuşmaya başlamış.

-Ali Cengiz benim, demiş. Madem oğlun oyunlarımı öğrenmeye gelmiş o vakit burada kalacak. Sen gideceksin kadın ana. Oğlunu bana bırakacaksın. Bende önce onun oyunları öğrenip öğrenemeyeceği konusunda imtihana tabi tutacağım. Şayet imtihanı kazanırsa kırk gün içinde tüm oyunlarımı öğretirim. Eğer imtihanı kazanamazsa sonuçlarına da katlanacaktır. Benden günah gider. Demiş.

Kadın “peki” diyerek Keloğlan’ı Ali Cengiz’in yanında bırakıp evine dönmüş.

Ali Cengiz, Keloğlan’ı yanına alarak evine götürmüş. Evinde karısı ile bir de kızı varmış. Keloğlan’ı boş bir odaya kapayarak sokağa çıkmış. Ali Cengiz

-Benim ormanda az işim var. Sen şimdilik burada dinlen. Kapıyı üstünden kilitleyeceğim ona göre

Diyerek evden ayrılmış. O gittikten sonra, Ali Cengizin hanımı ile kızı yeni gelen bu kel kafalı, temiz yüzlü, güleç simali, şirin sözlü delikanlıya acımışlar. Ali Cengiz keloğlanı kapattığı odanın anahtarını üzerine aldığı için odaya açılan pencerenin önüne gelip camı tıklatmışlar. Keloğlan pencerenin dışında iki kadının kendisi ile konuşmak istediklerini anlayınca hemen pencereyi açmış. Bunun üzerine Ali Cengizin kızı hızlı bir şekilde anlatıvermiş olanı biteni.

-A keloğlan keleş oğlan, her işi beleş oğlan, nerden geldin, burada ne iş oğlan. Demiş. babam sana kırk gün içinde bütün oyunlarını öğretir. Ama onun kötü bir huyu vardır. Bu oyunları ondan başkasının bilmesini asla kaldıramaz ve kabul etmez. Dünyada sadece kendisi olmak ister bu oyunları bilen. Bu yüzden sana, Kırkıncı günü akşamı, “öğrendin mi?” diye sorar. Eğer sen, “öğrendim” diye cevap verirsen o zaman vay haline. Sonunun ne olacağını ne ben bilirim, ne anam bilir. Çünkü babam, kendi yerine bir rakibin geçmesini asla istemez. Onun için, “öğrenemedim” diye cevap verirsin. O zaman seni bırakır…

Keloğlan bunu öğrendikten sonra odada Ali Cengiz’i beklemeye başlamış. Çok geçmeden Ali Cengiz gelmiş. Oyunları Keloğlan’a öğretmeye başlamış. Keloğlan bütün oyunları büyük bir dikkatle öğrenmeye başlamış ancak Ali Cengiz’e hiçbir şey belli etmişormuş. Oyunları öğrenimormuş gibi yapıyormuş.

Kırk gün içinde Keloğlan’a bütün oyunları öğretmiş. Kırk birinci gün onu karşısına alıp sormuş:

-Oğlum, Ali Cengiz oyununu öğrendin mi?

Keloğlan:

-Öğrenemedim amca, diye cevap verince, Ali Cengiz

-Haydi oradan, demiş, sen de kafasız adamsın be?!

Keloğlan hiç cevap vermemiş. Daha önce annesi ile sözleştikleri gibi kırkbirinci günün sabahı oğlunu almak üzere gelmiş. Ali Cengiz kadına da:

-Senin oğlun çok aptal, demiş. Kırk gündür oyunlarımı öğrettiğim halde öğrenemedi. Al da hayrını gör!

Kadın hiç sesini çıkaramamış. Keloğlan’ı yanına almış. Sokağa çıkmışlar. Memleketlerinin yolunu tutmuşlar. Ormandan geçerken avcılara rastlamışlar. Avcılar, tavşan peşinde dolaşıyorlarmış.

Keloğlan anasına demiş ki:

Ben şimdi tazı olup tavşan yakalayacağım. Avcılar beni senden satın almak isteyecekler. Beş altına satarsın. Ama sakın boynumdaki tasmayı verme! Verirsen beni ölmüş bil!

Keloğlan, sözünü bitirince bir tazı oluvermiş. Çalılar arasında sıçraya sıçraya kaçan bir tavşanın arkasından koşup onu yakalayarak götürmüş, avcıların önüne bırakmış. Avcılar uçar gibi koşan bu tazıya bayılmışlar. Kadına gidip onu satın almak istediklerini söylemişler. Pazarlığa girişip beş altına uyuşmuşlar.

Tekrar tavşan peşinde dolaşmaya başlamışlar. Çalılar arasından yine bir tavşan çıkmış. Tazı tavşanın arkasından koşup dağa kaçmış. Orada yine eski haline dönmüş ancak elinde bir balta ve ağaç kesmeye başlamış. Avcılar tazıyı aramak için arkasından dağa çıkmışlar. Bakmışlar orada keloğlan balta ile ağaç kesiyor. Ona sormuşlar:

-Oduncu başı!… Buradan bir tazı geçti mi?

Keloğlan:

-Şimdi geçti, şu tepeyi aştı, diye cevap vermiş.

Avcılar o tarafa doğru gidince, Keloğlan anasını bulmuş, tekrar yola koyulmuşlar.

Onlar gide dursunlar… Ali Cengiz, Keloğlan’ın kendi oyunlarını tamamen öğrendiğini, kafasını kestirmemek için “öğrenemedim” diye yalan söylediğini anlamış ve hemen onu ele geçirmek üzere peşine düşmüş.

Ali Cengiz gele dursun… Keloğlan ve anası köylerine doğru yola devam etmişler. Gele gele bir şehre gelmişler. Meğer o gün o şehrin pazarı kuruluyormuş. Keloğlan Pazar yerini görünce gözleri parlamış ve anasına demiş ki:

-Anacığım sakın korkma. Ben şimdi bir koç kılığına gireceğime. Boğazıma ip takar, beni Pazara götürürsün. On altından aşağıya satma. Boynumdaki ipi çıkar, beni sattığın adama öyle ver. Eğer ipimle beraber verirsen beni bir daha göremezsin!

Keloğlan o anda boynuzları kıvrım kıvrım iri bir koç olmuş. Anası onun boğazına keloğlanın verdiği ve tazı olduğunda boynuna taktığı ipi takmış. Çekip pazara götürmüş. Bu güzel koçu almak için pazarda bulunan bir çok tüccar kadının başına toplanmışlar.

Tabi bunların peşine düşen Ali Cengiz’de pazardaymış. Hemen koç şekline bürünmüş olan Keloğlanı görür görmez tanımış. Anasının yanına gelmiş ve büyük bir ilgiyle koçu incelemeye başlamış. Sağına soluna bakıyor, yalandan orasını burasını yokluyormuş. Ali Cengiz koç keloğlanın boynuzlarına dokunmak istedikçe keloğlan sağa sola kaçıyor, rahat durmuyormuş. Çünkü o da Ali Cengizi tanımış elbette. Ali Cengiz fısıltı ile keloğlanın kulağına “Sen beni kandırırsın ha. Dur sana bir oyun oynayayım da gör bakalım elmi yaman beymi yaman” demiş. Sonra koç keloğlanın ipini elinde tutan anasına dönerek

-Kadın ana Koçu kaça satıyorsun? diye sormuş. Tabi Kadın, Ali Cengiz’i tanımamış:

-On altına veririm, diye cevap vermiş.

Ali Cengiz:

-Ben yirmi altın veriyorum, demiş, ama boğazındaki iple beraber isterim…

Kadın yirmi altını duyunca, oğluna verdiği sözü unutmuş. Ali Cengiz’den yirmi altını almış. Koç’un ipini Ali Cengize doğru uzatmış. Ancak Ali Cengiz daha ipe değemeden Keloğlan tam bu sırada bir serçe olup uçmaya başlamaz mı? Ali Cengiz de o anda bir şahin olup serçenin arkasında uçmaya başlamış. Serçe gitmiş, şahin gitmiş, tam şahin serçeyi kapacağı sırada,

Keloğlan bir demet gül olup sarayın penceresinden padişahın kızının kucağına düşüvermiş.

Sultan hanım, gökten inen bu gül demetine o kadar bayılmış ki, durmadan kokluyormuş. Koşup babasına göstermeye gittiği sırada, Ali Cengiz bir dilenci olup sarayın kapısına dayanmış. Başlamış yalvarmaya. Ne olur padişahımla görüşmek istiyorum. Gül demetim sarayın bahçesine düştü. Ne olur o gül demeti benim için çok önemli diye ağlamaya başlamış. Kapıdaki görevliler Ali Cengizin bu haline acımışlar e padişahın huzuruna çıkarmışlar. Dilenci kılığındaki Ali Cengiz ağlayarak,

-Padişahım ne olur yardım edin. Zar zor güç bela aldığım ve elimde tutarak evime götürmeye başladığım gül demetini bir kuş kaptı, demiş, uçarken pencerenizden içeriye düşürdü. Kızınızın kucağına düşen bu gül demetimi geri vermenizi rica ederim.

O sırada sultan hanım da elindeki gülü babasına uzatıyormuş. Dilencinin böyle söylediğini görünce:

-Babacığım, demiş, bu gül benim kısmetimdir. Onu veremem!

Padişah:

-Olmaz kızım, demiş, sahibi gelmiş, istiyor. Vermek lazım! Hem bak gariban bir adam. Kim bilir bu demetle ne işi olacak.

Kız, vermek istememişse de, babasının kaşlarını çatarak bakması üzerine gül demetini dilenciye uzatmış. Dilenci kıyafetindeki Ali Cengiz, daha elini demete sürmeden, Keloğlan darı olup yerlere serpilmiş. Bunu gören Ali Cengiz hemen bir tavuk olup civcivler çıkarmış. Civcivler yerlerdeki darıları yemeye başlamışlar. Keloğlan bakmış ki işler fena… Hemen bir tilki olup tavuğu da, civcivleri de yemiş…

Padişahla kızı, korku ve şaşkınlık içinde seyrettikleri bu olaylar karşısında bir şey söyleyememişler hem de bir şey anlayamamışlar. “Acaba etrafımızda cinler mi dolaşıyor? Yoksa rüya mı görüyoruz?” diyerek birbirlerinin yüzlerine bakarlarken, tilki şeklindeki Keloğlan birdenbire güzel bir delikanlı olup ortaya çıkmış.

Karşılarında kendileri gibi bir insan görünce padişahın da, kızın da yüreğine su serpilmiş.

Keloğlan demiş ki:

-Padişahım, benim adım Keloğlan. İki ay kadar önce anamı size göndererek kızınıza talip olmuştum. O zaman siz, anama “oğlun Ali Cengiz oyununu öğrenirse kızımı veririm” demiştiniz. Onun üzerine ben gidip Ali Cengiz oyununu öğrendim. Biraz evvel burada size ustamla birlikte Ali Cengiz oyununu gösterdik. Onu yendim. Şimdi bu dünyada benden başka Ali Cengiz oyununu bilen yoktur. Ben sözümde durdum. Siz de sözünüzde durarak kızınızı bana veriyor musunuz?

Padişah, karşısındakinin Keloğlan olduğunu anlayınca, biraz düşünmüş. Anasına hakikatten söz verdiğini hatırlamış. Sözden dönmek olmaz. Dönmek istese bile ya Keloğlan kendisine bir Ali Cengiz oyunu oynarsa? Olur ya… O zaman ayıkla pirincin taşını… Hem verdiği sözü tutmamak büyüklüğe de yakışmaz. Ama kızına da bir sormak lazım elbette. Onun niyeti nedir? Varmı gönlü keloğlanda? Diye. Dönmüş kızına sormak üzere baktığında O’nun da keloğlana hayranlıkla baktığını görüvermiş.

-Kızım sen ne diyorsun bu konuda? Diye sormuş yinede.

Padişahın kızı,

-Ben bilmem babacığım siz bilirsiniz diyerek alttan alttan keloğlana bakıp kıkırdamış. Böylece keloğlanı beğendiğini ve evlenmek istediğini de belli etmiş.

Padişah hemen Keloğlan’a:

-Madem öyle seni kendime damat yaptım, demiş, bugünden itibaren düğününüz başlayacak…

Kırk gün kırk gece düğün yapılmış. Açlar doyurulmuş, fakirler giydirilmiş, kazanlarla etler, pilavlar pişirilmiş, çorbalar kaynatılmış, helvalar dökülmüş. Kimse aç kalmamış, padişahın cömertliği dillere destan olmuş. Keloğlanla hanım sultan evlenmişler. Keloğlan anasını da saraya yanına almış ve mutlu bir şekilde yaşayıp gitmişler.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Start typing and press Enter to search

Skip to content