Milletlerin milli kimliklerinin oluşmasında en büyük katkıyı sağlayan DESTANLAR

Print Friendly, PDF & Email

İnsan topluluklarının bir araya gelerek oluşturdukları toplu yaşama, paylaşma ve birlikte üretme faaliyetlerini yürüttükleri, sonunda da devlet oldukları küçük topluluklardan, büyük metropellere kadar gelişen, adına millet denen sosyal birlikteliklerin korunabilmesi, emsallerinden geri kalmaması ve yine emsalleri gibi yaşanılan çağın evsafına uygun hayat standardının yakalanabilmesi kültür birlikteliği ve kültür mirasının korunması ile doğru orantılı ve bağlantılıdır.

Halkın aynı ideal, hedef ve gaye etrafında toplanabilmesi için, kültür ifadesinden daha geniş bir anlam ve özellik taşıyan “Hars”ın çok ciddi anlamda korunması, her doğan yeni nesile bozulmadan, deforme edilmeden ve hurafeler karıştırılmadan aktarılabilmesi çok önemlidir.

Halkın terbiye edilmesi, geçmişle bağının sıkı bir şekilde devam ettirerek, geleceğe emin adımlarla yürümesi ise ancak kültür terbiyesi ile mümkündür. Burada en önemli husus halkların oluşturduğu milletin, tarih, dil bilimi, coğrafya, edebiyat, kültür gibi alanları ile uğraşan kurum ve kuruluşların, doğru bilgiyi, doğru kaynaklardan, doğru ifadelerle derleyip, toplayıp yine halka uygun iletişim araçları ile ulaştırması çok önemlidir. Bunu sağlıklı bir şekilde sağlayamazsanız o vakit toplumun, halkın kültürü, dili, geçmişi ile olan bağını tamamen kopartmış, adeta onu çırılçıplak vaziyette ortada bırakmış olursunuz.

İşte dini müesseselerin yanında halkı terbiye eden, disiplinize eden ve bir gaye etrafında toplayan en önemli metodlardan biri de destanlar olmuştur. Her milletin kendi geçmişini anlatan kahramanlık, yaratılış, türeyiş, işleyiş, ilerleyiş, büyüme ya da geçirdiği gelişme evrelerini anlatan destanları vardır. Milletler bu destanlarını doğru bir şekilde kullandıkları sürece geçmişleri ile gelecekleri arasında bağı da sıkı bir şekilde muhafaza altına almış almaktadırlar.

Türk destanları da bu anlamda, kültür hayatımızda ve mirasımızda çok önemli ve gerçekten detaylı bir yer tutmaktadır.

“Türk edebiyat geleneği içinde “destan” terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında “epope” terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde “destan” adı ile anılmaktadır.”(Nihat Sami Banarlı, Türk Destanları, Makale, Türk Kültürü Dergisi,1971,)

Milletlerin tarihlerinde önemli yeri olan destanları incelediğimizde karşımıza ilginç ve garip bir manzara çıkıyor. Anlatılan destanların her zaman tarihi gerçekleri doğaru biçimde gerçekleri nakletmediğini görürüz. İçinden çıktığı milletin ortak bilinç, beklendi, istek ve değerleri doğrultusunda anlatıcılar tarafından idealleştirilen, zaman içinde ortaya çıkmış yeni olaylarla birleştirilerek kurgulanan bir anlatı haline geldikleri görülmektedir.

Her milletin üstün özellikleri ve vasıflarının yanında yaşanılan süreçte yapılan yanlışlarda destanlara yansımış ve görülmektedir. “Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşcılık yanında verdiği sözde durma, acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir.” (Banarlı, a.g.m)

Türk destanları içinde Kırgız Türklerine ait olan Manas destanı dışında elimizde tam bir metin halinde aktarılmış, günümüze kadar gelmiş sağlam bir destan maalesef bulunmamaktadır. Şu ana kadar anlatılan, aktarılan destanların tamamı kaynaklarda kısa özet, epizot, hatıra ya da kısaltılmış metinler halinde karşımıza çıkmaktadır.

Biz bu yazımızda Yaratılış Destanı ile ilgili çok kısa bir özeti sizinle paylaşmak istiyoruz. Bu destanın Türk kaynaklarında tam metni olmamasına rağmen çeşitli isimlerle farklı varyanslarına sürekli rastlamak mümkündür.

Burada aktaracağımız Yaradılış Destanı, Rus araştırmacı ve yazar, Vasili İvanoviç Verbitsky tarafından derlenmiştir. Verbitsky 40 yılı aşkın bir süre Altay Türkleri arasında onların hayat şartlarında, onlarla birlikte yaşamış, bozkırda yaşamın zorluğunu ve sert iklimin acımasızlığını, hayatı sürdürebilmek için verilen çabanın yoğunluğunu bizzat hissetmiş bir araştırmacı derlemecidir. Altay Türklerinin arasında yaşadığı süre içinde hem anlatılan hikayelerden, masallardan derlemeler yapmış, hem yaşadığı toplulukların kültür haritalarını çıkarmış, hemde Yaradılış Destanının en orijinal, en yakın halini derleyerek Türk ve Dünya edebiyatına kazandırmıştır.

Yaradılış Destanı

Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen’e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi :

Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş
Su içinde yaşayan Ak Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen’e şöyle dedi :
Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren :
De ki hep,” yaptım oldu ” başka bir şey söyleme.
Hele yaratır iken,”yaptım olmadı” deme.

Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : ” Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz.” Tanrı Ülgen yere bakarak : ” Yaratılsın yer!” Göğe bakarak “Yaratılsın Gök!” Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire’ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü” insanoğlu bu olsun, insana olsun baba.” dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana “Erlik” adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik’in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.

Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik’in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi.

Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere’yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı.

Start typing and press Enter to search

Skip to content