VUSLAT’IN TARLALARI

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Bir tekerleme dolandı dilime,

Başlayalım söze.

El el epenek,

Elden çıkan kepenek.

Kepeneğin yarısı,

Bit, pirenin karısı.

Ebem yoğurt getirdi.

Kedi burnunu batırdı.

Deve boynunu uzattı,

Azık koydum koynuna.

Şahin konunca koluma,

Ben de çıktım yola.

Karıştım kuşların sesine,

Kalbim ne dediyse,

Başlıyorum söze.

Ala dana, kara dana. Diyelim şükür yaradana. Uzunca zamandır kuşlar konuyor camıma. Ha şundandır ha bundandır dedim, amma olmadı. Geçince keçe külah başıma başladım, kuşlarla hemhâl olmaya. Onlar geliyorsa bana, konuyorsa camıma, elbet vardır bir hikmeti dedim ve kalbimin kulaklarını onlara açıverdim. Kuş dilini anlatırdı ninem evvelden. Hatta “Bak, şöyle konuşulur.” derdi, hemen bir iki kelam ederdi. Bilemezdim günü gelince kuş diline ihtiyaç duyacağımı. İyi ki duymuşum o kelamları. Meğer, öğrendiğin hiçbir bilgi beyhude değilmiş; gelirmiş zamanı.

Soğuk ve sarı bir kış günüydü. Sabahın seherinde, beklerken camın önünde derince çektim nefesimi, şenlendirdim bedenimi. Bir lokma ekmek vardı elimde. Öylesine tatlı. Çocukluktan kalan lezzette. Hele de o saatte. BEN, SABAH, NEFES VE EKMEK.

İlk o gün geldi kuşlar camıma. Ekmekten koparıp koydum camın önüne bir parça. Bir iken iki oldular, ikiydi, üçtü derken ben deyim on siz deyin kırka tamamlandılar. Ekmek yetmeyince darı ısladım bir tabakta. Hem yediler hem birbirleriyle mücadele ettiler. Kimi doyunca gitti, kiminin gözünün açlığı hiç bitmedi. “Ah!” dedim, insan misali.

Ay ile güneşin saklambaç oynadığı, geceyle gündüzün de durmadığı günler böyle geçip gitmedi. Günler sıradan gibi görünse de bağrında taşıdığı sırları bırakır isteyene. İşte öylesi bir gündü yine ve kanadı gümüş kuş konuştu benimle. Kuş dilince bir masal anlattı, bal ile kaymağı birbirine kattı. O vakit, o masalı aktarmak bana kaldı.

Bir köy varmış. O köyün hiçbir yerde bulunmayan tarlalarının ünü her yere fısıldanmış. Ün tarlada değil de aslında tarlada büyüyen tohumlardaymış. Bir buğday tohumumun farkı ne olabilir ki demeyin. Çünkü o tohumlar; buğdaylar gibi sarı sarı, başak başak değil, renkli renkli açarmış. Karın değil, kalp doyuranmış. Kalp nasıl doyarmış? İşte bu tarlaların sırrını kalbini doyurmak isteyenler anlarmış.

Kırmızı tohumların büyüdüğü tarlalar balkır balkır yanarmış. Orası hayal tarlasıymış. Hayali olmayanlar oradaki bir hayal ile hayata tutunurlarmış.

Mavi tohumu büyütüp besleyen tarlaların içinden geçenler, gökte yürüdüğünü sanırmış. O tarla mis gibi kokarmış, orası emek tarlasıymış. Emeğin lezzetli kokusunu unutanlar o tarlada yeniden emek olmadan hikâye olmayacağını anımsarmış.

Yeşil tohumlu tarlalara rengi zümrüt taşından akarmış. Hikâye tarlasıymış ve bağrında neler neler saklarmış. Oradan alınıp anlatılan hikâyeler herkesi birbirine bağlarmış.

Bu köyde yaşayanlar hayaller kurar, emekle hayaline bakar, büyütür, hikâyeler anlatırlarmış. Hikâye sofrasında ise kalpleri doyarmış.

İşte bu köyün, bu tarlaları ve halkın bu hâli dilden dile anlatılırmış. İyi ama bu tarlaların tohumlarını toprağa ilk kim saklamış?

Beyaz benizli, gözleri derin, deniz mavisi, boyu selvi, yüreğinin yangını gurbet olan bir kız. Adı Vuslatmış ve çokça özlem duyarmış. Çünkü evinden, asıl yurdundan uzaktaymış. Şimdi renkli tarlaları olan o köyde bir zamanlar yalnızca yaşlı babası ve o yaşarmış. Adı gibi amacı da vuslatmış ve başka yüreklerle buluşmakmış.

Bir gece, bir bilge ve başlamış hikâye.

O gece dolunay varmış gökte. Kız camın önünde gözünden yaşlar akıtarak, hayatına yarenler dilerken, dolunayın içinden bir bilge inmiş. Bembeyaz elbisesi, buğulu gözleri, upuzun saçları ve parlayan elleriyle. Bilge, kanadı gümüş kuşu tutuyormuş elinde. Nazikçe gülümsemiş ve kuşu bırakmış kızın ellerine. Ardından dönmüş geldiği yere.

Vuslat ve kanadı gümüş kuş bakışmışlar, koklaşmışlar, birlikte kızın yalnızlığına ağlaşmışlar. Vuslat ağladıkça sanki hafiflemiş, şifayı hissetmiş ve kuş o ara kendini gökyüzüne salıvermiş. Uçarken de tohumlarla beraber Vuslat’a sözler emanet etmiş:

-Sana üç tohum bırakıyorum. Sağ kanadımdan düşen kırmızı tohum hayal tarlası olacak. Sol kanadımın altındaki mavi tohum kokulu emek tarlasını büyütecek. Ağzımdan düşen yeşil tohum ise bülbül gibi şakıyarak anlat diye hikâye tarlasına dönüşecek. Sen Vuslat, vakti gelene kadar tohumları büyüteceksin ve emek tarlası çiçek açınca gökten kuşlar inecek hayal tarlana. Hayaller dağılacak kuşların gagasında dört bir yana. Kalplerini doyurma hayaliyle yolda olanlar uğrayacak diyarına ve hikâye sofrası kurulacak ardına, vuslat gerçekleşecek sonunda.

Pırrrrrrrrr! Kanadı gümüş kuş uçmuş görünmeze…

Vuslat, camın önündeki üç tohumla kalakalmış. Ama artık bir umudu varmış. Sabahın ilk ışıklarıyla kuşlar camının önünü sarmış. Gagalarıyla cama vurarak Vuslat’ı uyandırmışlar. Vuslat yerde, kuşlar gökte ilerlemişler, uygun bir toprak aramışlar. Sonunda rengi kahve olan ve içinde bitkilerin tüm parçalarını saklayan verimli bir toprak bulmuşlar. Vuslat, üç tohum için elleriyle çukur açmış ve tohumları sevgiyle toprağın bağrına bırakmış. Kuşlarsa gagalarında taşıdıkları suyla tohumlara can suyunu taşımış. Artık emek vererek beklemek vaktiymiş.

Gün geceyi izlemiş, gece günü beklemiş. Günler geçerken verilen emek, tohumları beslemiş. Sonunda emek tarlası çiçek vermiş. İşte o gün bilgenin dediği kuşlar sağanak yağmur gibi inmiş yere. Hayalleri dağıtmışlar yeryüzüne. Hayali kalbini doyurmak olanlar varmış bizim Vuslat’ın köyüne. Kurulmuş muhabbet sofrası, hikâyeler vermiş onlara hikâye tarlası. Vuslat’ın dili bülbül olmuş, şakımış ve anlatmış. O anlatmış, hikâyeler dost bağlamış.

Bu, kanadı gümüş kuşun masalıydı. Kuş dilince anlattı. Elçiye zeval olmaz. Başka söze ne hacet. Kurulan hayaller, verilen emekle hikâye olmuş onlara. Bilir misiniz, insanın kendisidir asıl tarla. Ne ekersek o oluruz sonunda. Tarlamızda hikâyemizi bulmak umuduyla…

Sevgiyle, sevgimle.

Start typing and press Enter to search

Skip to content