RESSAM MARTI
Sesli Dinle
Deniz öyle güzeldi ki… Güneş ışığı vurdukça iyot kokan sulara, altından bir tepsiye dönüşüyordu sanki bu muhteşem mavilik. Ilık su, sallanan yosunlar, sarı çizgili balıklar, deniz anaları… Daha nice güzellikler… Yosunlar bir o yana bir bu yana sallanarak sanki durgun suları hareketlendirmeye çalışıyordu. Ressam Martı, tüm bu güzellikleri gökyüzünden izlerken bir geminin güvertesine kondu. Dakikalarca denize ve karadaki avcılara baktı.
Avcılar yine iş başındaydı. Galata Köprüsü’nden oltalar atılmıştı. Balıkçılar merakla oltalarına takılacak olan balıkları bekliyorlardı. Öyle çok balıkçı vardı ki… Hepsinin gözü de oltasındaydı.
Arkadaşları ise midesini şen edecek bir yiyeceğin peşindeydi. Kimi martılar denizin üstünde avını ararken kimileri de bir geminin tepesinde bir çocuğun atacağı simidi heyecanla bekliyorlardı. Yaşamak, kolay değildi; mücadele etmek gerekirdi. Tüm martılar yaşamın bir mücadeleden ibaret olduğunu düşünüyordu, bir martı dışında… Tahmin edeceğiniz gibi bu, Ressam Martı. O, midesinden çok düşlerinin peşindeydi. Gördüğü güzellikleri çizmek ona çok iyi geliyordu. Tombul bir istavriti yakalayıp mideye indirmekten bile daha güzel…
Ressam Martı “Denizin içinde yaşasaydım yine mutlu olur muydum şimdiki gibi?” diye düşündü. Sonra da “Bir kuş denizde yaşayamaz ki… Denizdekiler de karada yaşayamazlar.” diye kendi kendine söylendi. Tam o sırada bir balık kafasını kaldırdı, Ressam Martı’ya baktı. “Merhaba!” dedi. Bu balık çok farklıydı. Kırmızı pulları ışıl ışıldı, gözleri de çok büyüktü. Ressam martı, hemen başladı bu kırmızı ve ilginç balığı çizmeye.
Balık, kendisine ilgiyle bakan bu martıyı garip buldu. Şimdiye kadar beni çoktan midesine indirmeliydi, der gibiydi bakışları. Sonra ayağındaki kömür parçasıyla kendisini çizdiğini görünce korktu ve denizin içine daldı. Ressam Martı, balığın gözden kaybolmasına üzüldü çünkü resmi henüz bitmemişti. Az sonra babası yanına geldi. Çok sinirli görünüyordu.
“Avını arayacağına burada durmuş, resim mi çiziyorsun? Resimler karın doyurmaz.” diyerek “pırrr” diye uçtu mavi sonsuzluğa. Ressam Martı, babasının bu sözlerine çok üzüldü. “Neden kimse beni anlamıyor.” dedikten sonra gökyüzünde tam üç tur attı. Sonra da acıktığını hissetti. Bir gemiye yaklaştı. Yeşil şapkalı, al yanaklı küçük bir kız kolunu uzatmış, elindeki simidin alınmasını bekliyordu. Ressam Martı bu sevimli kıza yanaştı ve simidi elinden nazikçe aldı. Kızın annesi defalarca deklanşöre bastı. Kız da martı da mutluydu. Ortaya çok güzel fotoğraflar çıktı. Karnı doyan Ressam, bu tatlı kıza teşekkür etmek için onun resmini çizdi. Kız resmini görünce çok sevindi ve gemideki herkese bu resmi bir martının çizdiği söyledi. Kulaktan kulağa yayılan bu hikâye kısa sürede herkese ulaştı. İşte o günden sonra Marmara Denizi’nde gözler hep Ressam Martı’yı aradı.
Sultan SERDAR DOKSÖZ