Hint İnciri

Print Friendly, PDF & Email

Yazan : ZEYNEP ERCİYAS TOZ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bin bir masal bilirim gerçeklerin izinde. Evvelden beridir insan mutluluk peşinde. Her şeyin mümkün olduğu bir yer varmış masalların içinde.

Uzak mı uzak diyarların birinde bir ülke varmış. Bu ülkenin çok çalışkan, başarılı ve çok zengin bir padişahı varmış. Padişahın isteyip de sahip olamadığı, hedefleyip de başaramadığı hiçbir şey olmaz, sözünden kimse çıkmazmış. Fakat çok mutsuzmuş. Çünkü çevresinde bunca insan varken ve böylesi bir güç sahibi olmasına rağmen çok ama çok yalnızmış. Buna bir türlü anlam veremiyor ve artık bunun çaresini bulmak istiyormuş.

Bir gün derdinin çaresini bulmaları için ülkesindeki tüm bilgeleri çağırtmış. Tam on bilge gelmiş padişahın huzuruna. Gelmişler gelmesine ama hepsi de kendisinin gazabına uğramaktan korkuyor, karşısında tir tir titriyorlarmış. Ve hepsi de padişahın yalnızlığının tek sebebinin öfkesinden kaynaklandığını biliyor, yine aynı sebepten söyleyemiyorlarmış. Kendi aralarında ne yapacaklarını konuşurlarken hepsi de farklı sebepler ve çözümler sunarak sırasını savmaya karar vermiş.

Gün gelmiş ve sırasıyla tüm bilgeler tek tek çağırılmış. Hepsi de planladıkları gibi ortaya bir çözüm önerisi atmış ve sonra türlü mazeretlerle padişahın huzurundan sağ salim ayrılmayı başarmış. Tüm bilgelerin dedikleri bir bir yapılmış ama yok, yine olmamış. Hiç biri padişahın derdine çare olamamış.

Bizim padişah yine yalnız, mutsuz ve derdinin dermanını bir türlü bulamadığı için gün geçtikçe daha da öfkeli bir şekilde çare aramaya devam ederken yabancı bir bilgenin yolu onun ülkesinden geçiyormuş. Girdiği bir handa yemeğini yerken , konuşulanlara kulak misafiri olmuş. Aslında hiç de böyle bir huyu yokmuş bilgenin ama insanlar öyle hararetli konuşuyormuş ki duymamak mümkün değilmiş. Padişahın çok yalnız olduğunu ancak öfkesinden dolayı bunları yaşadığını kimseciklerin ona söyleyemediğini öğrenmiş. Duydukları karşısında duyarsız kalamayan ve o an orada bulunmasının bir tesadüf olmadığını bilen bilge, padişaha nasıl yardımcı olabileceğini düşünmüş. Sonra huzuruna çıkmaya karar vermiş. Yemeğini yedikten sonra hemen sarayın yolunu tutmuş. Yol boyunca kafasında düşündüğü çözümü ne şekilde yapacağını planlamış. Ve planı gereği yol üstündeki kaktüs bitkilerinin birinden daha tam olgunlaşmamış bir Hint inciri koparıp heybesine atmış. Nihayet kapıya varmış, muhafızlara padişaha yardımcı olmak için geldiğini söyleyerek haber verilmesini istemiş. Haberi alan padişah büyük bir heyecanla yardımsever bilgeyi huzuruna kabul etmiş. Kısa bir tanışma sohbeti sırasında padişahın ve etrafındaki hizmetkârlarının tavırlarını gözlemleyen bilge kafasındaki planı daha net bir şekilde belirleyerek:

“Saygıdeğer padişahım görüyorum ki bugüne kadar ülkenizdeki insanların refahı için çalışmış iyi bir yöneticisiniz. Ancak mutsuz görünüyorsunuz. Mutsuzluğunuzun sebebini görebiliyorum ve çaresini de biliyorum.” demiş. Padişah gözlerini dört açarak sormuş bilgeye:

“Nasıl yani? Gerçekten biliyor musun? Bu güne kadar onlarca bilge geldi çare bulmak için ama hiç birinin çözüm önerisi işe yaramadı.” demiş.

“Evet, gerçekten biliyorum. Gelen bilgeleri de gerçeği söyleyemediklerini de?”

“Ne demek istiyorsun sen be adam?” diye yine öfkelenmiş padişah.

“İşte tam da bunu diyorum.” demiş bilge. “Sizin sorununuz çabuk öfkelenmenizden kaynaklanıyor padişahım. Tıpkı şu an olduğu gibi.”

“Bu ne cüret! ”diye yine öfkelenmiş bizim padişah. Ama biraz düşündükten sonra üzgün ve çaresiz bir şekilde “Ama ilk kez biri benimle bu şekilde açıkça konuşma cesareti gösterdi. Tebrik ederim. Ve bunun bir çözümü var diyorsun. Peki, o halde çözümü nedir?”

“Bu konuda size yardım edebilmem için zamana ihtiyacımız var.” diyerek yavaşça elini omzunda asılı olan heybesine daldırmış ve etrafı dikenlerle dolu Hint incirini uzatmış padişaha. Dikenler padişahın eline batmış tabi. Ve ilk kez böyle bir meyve görüyormuş bizim padişah. Bilge eklemiş ”Bu meyvenin adı Hint inciridir. Başka isimlerle de bilinir. Oldukça şifalı ve lezzetlidir. Ama ne yazık ki etrafında dikenleri vardır. Şimdi bu incir sizsiniz. Her diken de sizin öfkeniz. Dikenleriniz nedeniyle size kimse yaklaşamıyor o nedenle de yalnızsınız. Sizden bunu bir müddet saklamanızı ve öfkenizle ilgili yaşadığınız her olayda buradan bir diken çıkarmanızı istiyorum. Fakat ben buradan bir an evvel ayrılmak ve gideceğim yere vaktinde varmak için yola devam etmek zorundayım. Dilerseniz oradaki işimi hallettikten sonra yanınıza tekrar gelerek size yardımcı olabilirim.” demiş.

Bunca zaman çare aramaktan yorulmuş ve artık beklemeye tahammülü kalmamış olan padişah bir elindeki incire bakmış bir de bilgeye:

“Yok.” demiş tekrar öfkelenerek ”Ben daha fazla beklemek istemiyorum. Bir an önce çözüm bulmak istiyorum.” Birkaç saniyelik sessizliğin ardından “ Diyorum ki kabul edersen yoluna ben de yoldaş olayım.” demiş.

“Sizi çok iyi anlıyorum saygıdeğer padişahım ancak benim yolum size göre değildir. Uzun ve zahmetlidir.”

“Olsun.” demiş padişah. “Ben her türlü zorluğun üstesinden gelirim. Bunca zaman ne zorluklar gördüm, ne zaferler kazandım. Yeter ki şu derdime derman bulayım artık.”

Bilge padişahın bu isteğini görünce biraz durmuş, düşünmüş;

“Peki.” demiş. “Ama dediğim gibi yol uzun. Ve kim bilir nelerle karşılaşıp neler yaşayacağız. Her ne yaşarsak yaşayalım öfkenize hakim olmaya çalışacaksınız. Eğer ki olamadınız o sırada ben devreye girip öfkenizle ilgili yaptığınız hatayı fark etmenizi saylamaya çalışacağım. Ve siz edindiğiniz her farkındalıkta size verdiğim incirden bir diken çıkaracaksınız. ”

“Peki.” demiş padişah büyük bir istekle.

“O halde hazırlıklarınıza başlayın sayın padişahım. Bu gece en geç sabaha karşı yola koyulmamız lazım.” demiş bilge ve biraz dinlenmek üzere kendisine ayrılan odasına çekilmiş. Her şey tam da planladığı gibi gelişmekteymiş.

Hazırlıklar yapılmış, beklenen saat gelmiş. Padişah ve bilge yola çıkmaya hazırmış. Yol gerçekten uzun ve zahmetliymiş ama padişah da bir o kadar kararlıymış. Tabi yolun ve yolcunun halini Allah bilir. Ve her yolculuk sürpriz deneyimler demekmiş.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmişler. Havanın en sıcak olduğu saatlerde yorgun ve susamış bir haldeyken birkaç ağacın ve ufak bir su birikintisinin olduğu bir alanda durup dinlenmeye karar vermişler. Padişah ve hizmetkârı bir ağaca, bilge ise karşılarındaki ağaca dayamışlar sırtlarını. Biraz soluklandıktan sonra mataralarını çıkarıp su içmek üzereyken padişahın tam tepesinden sarkan zehirli bir yılan padişaha doğru bir hamle yapacakken hizmetkârın panikten eli ayağına dolaşmış ne yapacağını şaşırmış. Neyse ki bizim padişah son anda çevik bir hareketle kılıcına davranarak yılanı oldukça uzak bir yere atmış. Büyük bir tehlikeyi kıl payı atlatmış atlatmasına ama hizmetkârına vaktinde davranmadığı için çok kızmış. Çok öfkelenmiş ve bağırmış. Zavallı hizmetkâr korkudan tir tir titremiş. Oysa ki hizmetkâr sadece sarayda padişahın günlük işlerinden sorumluymuş, kılıç kullanmayı ne bilsin. Ama bizim padişah işte öfkesine yine hakim olamamış. Bu üzücü olayın üstüne bilge ile padişah göz göze gelmişler ve bilge padişaha sormuş:

“Bir balıktan ağaca tırmanmasını isteyebilir misiniz? Ya da bir filin uçmasını?”

“Bu nasıl bir soru, elbette bunu bekleyemem.” demiş padişah.

“Neden peki?” diye tekrar sormuş bilge.

“Neden mi? Balık denizde yaşayan bir hayvandır ağaca tırmanmasını elbette bekleyemem.” Ayrıca şu anda bu soruyu neden sorduğunu da hiç anlamadım.” demiş padişah.

“Aslında tam da zamanında bu soruyu sordum sayın padişahım. Bence bunu biraz düşünün.” demiş bilge.

Padişah bunda da bir hikmet olduğunu düşünerek “Tamam demiş düşüneceğim.”

Dinlendikleri sırada düşünmüş padişah ve anlamış hatasını. Sonra çıkarmış heybesindeki Hint incirini ve bir diken daha çıkrmış. Ve tekrar koyulmuşlar yola. Yol gitmiş gitmiş bir yerde son bulmuş. Ötesi yok, aşağısı uçurummuş. Padişah dönmüş bilgeye;

“Yolun burada sona ereceğini bilmiyor muydun be adam?” demiş hiddetle. Bilge her zamanki sakinliğiyle “Biliyordum elbet. Ancak sizin bilmediğiniz bir şey var.” demiş. “Neymiş benim bilmediğim bakalım?” “Beklemek.” demiş ve susmuş bilge. Birkaç adım sonra ağaçların arkasında kalan eski bir asma köprüyü göstermiş padişaha . Padişah bir kez daha mahcup olarak Hint incirinden bir diken daha çıkardıktan sonra bilgenin ardından devam etmiş yürümeye sessizce.

Epey yürüdükten sonra nihayet varmışlar varacakları yere. Bilgenin buluşmak üzere anlaştığı arkadaşı da henüz gelmiş yanlarına. Onun geldiği yer daha yakınmış ve bilirmiş buraları. Arkadaşına ev sahipliği yapmak niyetiyle onları biraz gezdirmek istemiş diyarı. Fakat atı olmadan ilk kez bu kadar yürüyerek yorgun , aç ve susuz düşen padişah, bir an önce dinlenmek arzusundayken bu teklif hiç hoşuna gitmemiş ve öfkelenerek bağırmış yine:

“Sen ne diyorsun be adam. Ne kadar yorgunuz bilmez misin? Bunca yolu yürüyerek gelmek kolay mı sanıyorsun?”

Adam “Haklısınız.” demiş düşük bir sesle ancak çok üzülmüş padişahın bu tavrına. Bilge durumu düzeltmiş düzeltmesine ancak padişaha yine söylemesi gereken bir çift sözü kalmış:

“Kıymetli padişahım. Herkes birbirinden farklı yaratıldığı gibi herkesin gittiği yollar da farklıdır.” diyerek heybesindeki incirin son dikenini de çıkarmasını ve inciri afiyetle yemesini istemiş. Çünkü padişaha vereceği dersler de bitmiş yolculuk da.

Birçok olay yaşamış bizim padişah bu yolculukta. Ancak her birinden ayrı ayrı dersler çıkarmış bilgenin rehberliğinde. Ve yolun sonunda nihayet anlamış hiç kimsenin kendisinin geçtiği yollardan geçmediğini. Hayatın ne kadar kısa olduğunu, incir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri mesele haline getirip gereksiz yere öfkelenmemesi gerektiğini. Ve bir de ; inciri zevkle yemeye bakarak tadını çıkarmak gerektiğini.

Gökten üç elma düşmüş yine. Biri yardımsever bilgeye, diğeri masalı yazan bendenize, diğeri de bu masalı okuyan veya anlatmaya değer bulan tüm okuyucu ve anlatıcılarımıza gelsin.

Muhabbetle ve diğer masallarda görüşmek dileğiyle…

Zeynep Erciyas Toz

Start typing and press Enter to search

Skip to content