YEDİ RENKLİ TAŞ

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Evvela masal denilen zamanların birinde, zengin, bayındır bir ülkede, bir kuyumcu yaşarmış. Atadan, dededen, kuşaklar boyunca aynı mesleği yapan bir ailenin oğluymuş. Kuyumcunun dükkânı öyle zengin, hazinesi öyle doluymuş ki, düşündüğünüz ve düşünmediğiniz bütün taşlardan envayi çeşit mücevher hem vitrininde, hem kasasında müşteriler için beklermiş.

İşin başlarında kuyumcu çalışkan, azimli, hatta hırslıymış. Sonra sonra şans da çalışandan yana olunca kuyumcunun işleri yolunda gidince, biraz rahatlamış. Lakin kim vardır ki Allah rahat ettirmeyince; bunca mal varlığı ile o kişi rahat olsun. İşte kuyumcunun da gördüğü bir rüya ile dünyası yavaş yavaş değişmeye başlamış. Rüyasında yaşlı sarraf kendisine bir taşı gösteriyor, “Sende bu taş yoksa, sen kendine ben kuyumcuyum deme! Bu taşın senin gözünde değeri var ama gerçek hayatta değerini sadece takan bilir.” diyormuş. Rüyasında taşa dokunan, ağırlığını ellerinde ölçen, bu taşın ışığa göre renginin değiştiğini fark eden kuyumcu uyanıp bakıyormuş ki elleri boş! Işıklarda bambaşka renklere bürünen taşı ona veren kişi hemen taşı geri alıyormuş. Kuyumcu, rüyaları yüzünden gittikçe bu taşın müptelası, heveslisi, bir taş aşığı olmuş.

Son zamanlarında uykuları bölünüyor, yüzü asılıyormuş. Kendisini kasalarında duran onca mücevhere rağmen yetersiz ve yoksul hissediyormuş. Hal böyle olunca keyfi kaçıyor sinirli, mutsuz, uykusuz herkesin burnundan getiriyormuş. Mutsuz insanlarla kimsecikler çalışmak istemez. Müşteriler gelmemeye, çırakları da bir bir işlerini bırakmaya başlamışlar. Hatta karısı da çocuklarını alıp uzaklardaki baba ocağına dönmüş.

Kuyumcunun aklında olan tek bir şey varmış artık. “Ben bu taşı nasıl alırım, bu taştan ne yaparım?” Rüyaları bazen kendisine cevap verir gibi oluyormuş. Rüyasındaki o sarraf; “Bu taştan her şey olur evladım. Kolye olur, yüzük olur, küpe olur… Taş olur, tahta işlenirse padişah tahtı olur. Kıyafete işlenirse sultan kıyafeti olur. Bu taştan yapabilirsen her şey olur. Bu taş öyle kolay bulunmaz. Hiç kolay değil, bir kez buradan kalkıp gideceksin. O taşı herkes orada bilir ama kimse sahip olmak istemez.” diyormuş. Kuyumcu artık işe de gidip gelmemeye, daha çok uyuyup o taşla rüyasında daha çok vakit geçirmeye başlamış.

Esnaf arkadaşları ve mahalledeki komşuları; kuyumcu ile dalga geçmeye başlamışlar. Uyarmak istemişler. Dükkanına artık daha az giden kuyumcuya “Gel etme eyleme bir taş için kurulu düzenini bozuyorsun!” diyen komşuları bir türlü kuyumcuya laf anlatamamışlar. “O taş bende olmadıktan sonra! Her şeyi kaybetsem ne olacak ki!” diyormuş.

Günlerden bir gün, bezgin bir şekilde yarı uykulu nerdeyse tek gözü kapalı yine gitmiş dükkanına. Besmele ile açmış kapısını. Yüzünden düşen bin parça. Uykusunu almayan herkes gibi vara yoğa sinirlenmeye başlamış. O sırada birdenbire dükkânın kapısında yaşlı bir adam belirmiş. Yanında çalışan adamlara bağıran kuyumcuya bakan yaşlı adam, “Sakin olasın evlat. O istediğin taşı böyle öfkeli sözlerle elinde bile tutamazsın. Rüyalarından haberdarım. Bu rüyalar güzel rüyalardır. Sen de olmayan bir şeyi sana hatırlatır. Gel gelelim bu taşın nerede olduğunu sen bilmiyorsun ben biliyorum. Aynı, derdini bildiğim gibi. Uykularını bölen taşı buralarda bulamazsın. Bugün her şeyi geride bırakıp yola çıksan bile aylarca yol gitmen gerekir. Ancak bu yolculukta hangi memlekette konaklarsan konakla, tam üç gün ayaklarınla geri geri ilerleyeceksin. Gör bakalım insanların hepsi yüzüne mi gülüyor, arkandan iş mi çeviriyor? Epeyce yol gidip taşın olduğu memlekete geleceksin. Hemen anlarsın zaten geldiğini. Bu taşın olduğu memlekette insanların teni kavruk, saçları gür, gözleri karadır. Müzik sever ve dans ederler. Çok süslüdürler. Ben diyeyim hint eli, sen de Hindistan! Mücevherlerinde bu taştan göreceksin. Taşı orda bulabilirsin. Dünyanın yedi rengini de taşın içerisinde bulacaksın. Unutmadan aklında olsun; o taşı ancak değerli yapan takan kişidir. “demiş ve geldiği gibi yok olup gitmiş.

Bunca rüya, bunca bilgi ile sonunda delikanlı bu yolculuğa çıkmak için hazırlığını yapmış. Dükkanını bir süreliğine kapatmış. Kalan hazinesini satmış. Bir küçük kervan yapmış kendisine.

Kervanla birlikte yola koyulmuş. Dünyanın ta öbür ucuna doğru yol almaya başlamış. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Konarak, göçerek, yiyerek, içerek, aklındaki taştan bir an bile vazgeçmeyerek, umut ettiği şeyin hep peşinden giderek, nihayet varmış bir memlekete. O memlekete varıncaya kadar hangi memlekete giderse gitsin, üç gün ayaklarıyla geri geri giderek, insanların kime baktıklarını ne iş yaptıklarını arkalarından çevrilen dolapların hepsini görmüş.

İşte o zaman öğrenmiş ki gerçek gerçektir, sahte sahtedir. Sahte asla gerçeğin yerini tutmaz. Gerçeğin değerine de paha biçilmez. Gerçek ve sahte arasındaki bunca bilgiden sonra adam nihayet öyle bir memlekete varmış ki; insanların teni kavruk, gözleri de karaymış. Saçları gürmüş. Dans etmeyi ve müziği çok seviyorlarmış. Hemen aradığı taşı kuyumculardan sormaya başlamış. Hepsi birden ağız birliği etmiş gibi; “Bu taş kuyumcularda bulunmaz!” demişler. Adam hayretler içerisinde kalıyormuş. Nasıl olur da burada bu taşa kimse değer vermezmiş? Kafasında bu düşüncelerle bir sürü kuyumcu gezmiş ama fark etmiş ki o taş bu ülkede hiç değerli değil.

Bir gün bir derenin kenarındayken dans eden bir kadına denk gelmiş kadının boynunda istediği taştan bir gerdanlık varmış “Ah demiş ne kadar güzel!”. Kadın hemen atılmış “Bu gerdanlık bambaşka bir ülkedeki bir kuyumcu dükkanının üzerinde kurulu olduğu, bir madenden çıkarılmıştır. Bizim ülkemizin özenip de yaptığı gibi sahte değildir. Ne yazık ki artık o ülkede kimse bu taşı hatırlamıyor. O dönemin hükümdarının karısı çok kötü kalpliymiş. Hükümdar karısına gerdanlığı hediye etmiş. Bu gerdanlığı takan, kötü kalpli sultan oracıkta bir sebep yüzünden ölmüş. O günden sonra bu taşın satılması, çıkarılması, takılması yasaklanmış. Tüm dünyada güzelliği bilinen taş da uğursuz sayılmış. Oysa ben, benden önce annem ve onun annesi de bu gerdanlığı taktığı halde hiç de kötü şey başımıza gelmemiştir. Bu kolyeyi kimse almaz, çalmaz, sahtesini bile dünyada kimse takmaz”.

Kuyumcu kadınla sohbetinden öğrendiği bilgilerle fark etmiş ki büyük büyük dedesinin kurduğu; ilk kuyumcu dükkanının üzerinde, şimdi evi var. Evinin altında da bu taşın madeni var. O dönemde padişahın eşine hediye verdiği kolye sebebiyle ölmesi, taşın uğursuz sayılmasına yol açmış. Ölen sultan yüzünden, bu taşın çıkarılması, işlenmesi, hediye edilmesi, satılması, hatta bahsedilmesi ülkesinde yasaklanmış. İnsanlar da yüzyıllardır bu taşı işte bu yüzden unutmuşlar.

Kuyumcu hemen geri dönmüş. Az gidip uz gitmiş. Zaman zaman geri geri yürüyerek ama ille de ileri giderek günler sonra evine vardığında ilk işi evin altını kazarak bu taşa ulaşmak olmuş. Gözlerine inanamayacağı kadar büyük bir servet evinin tam altındaki madendeymiş. Kuyumcu karanlıkta pespembe, gün ışığında yemyeşil olan taştan bir sürü mücevher yapıp satmış. Bu hikâyeyi unutan insanlar hayran olunan bu taşı sevgiyle almış, kabul etmişler. Taşın uğursuzluğuna ait başka hikayesi olan da yokmuş. Kuyumcu zaman zaman diğer ülkelere de gidip geri geri yürüyerek arkasında olanları görüyormuş. Yedi renkli taşın gerçeği sadece kuyumcunun ülkesinde çıkıyormuş. Hindistan’da da bu taşın sahtesini yapıyorlarmış, ve hâlâ kimse o taşı sahte olduğu için almak istemiyormuş.

Kuyumcu yedi renkli taş madeninin üzerindeki evinde huzurlu ve mutu uykular uyuyormuş artık. Rüyalarına giren o sarraf, yine giriyormuş rüyasına, ama ne zaman taşı gösterecek olsa, kuyumcu bende bu taşın madeni var.” diyormuş. Sarraf ağlıyormuş artık rüyalarında…

Gökten üç elma düşmüş. Kuyumcu gibi hayallerinin peşinden gidenlere, bu masalı yazıp dizene, diğerini de okuyanlara bağışladım. 15. Sayı Masal Dergisine -Mehtap İNAN 03.06.2022

/ Not: Bu taşın adı “zultanit” tir. Yakın zamana kadar dünyada sadece Muğla Milas da çıkıyordu. Hindistan’da sahtesi üretilir. Işığa göre renk değiştirir. Karanlık ortamlarda pembeden mora doğru, gün ışığında yeşilden sarıya doğru renk alır.

Start typing and press Enter to search

Skip to content