ALTIN BİLEZİK

Print Friendly, PDF & Email

Yine bir vuslat zamanı. Birleşecek parmaklarımın uçlarında kalbimin söyledikleri ve dilimin kelimeleri. İşte, bu anlar çok sihirli…

Bu satırlar yazılırken, hikâyesi olan masal düşlenirken, yağmurlar düşüyordu toprağa damla damla. Candı bu damlalar, yaşayanlara ve yaşama tutunmak için çabalayanlara. Kokusunu yayıyordu toprak, koklayıp da ciğerlerini o kokuyla yıkayanlara.

O vakit yağmur; dağı, taşı ıslatmakla toprağı sulayıp yaşam sunmakla kalmadı. O gün, o yağmur toprakla el ele verdi ve geçmişten bilinenleri, yeniden hatırıma getirdi. Sandıkta sakladığım, bozulmasın da yıllar sonraya kalsın diye narince katlayıp naftalin kokusuna buladığım çeyizler gibi saçıldı ve içindekilerle kalp sandığımın kilidi açıldı. Nakış nakış dokunanlar önce kokusunu, ardından yaşanmışlıklarımı sundu.

Nicedir sandıkta sabırla beklettiğim bana hikâyesiyle hep yol gösteren, varlığı ve yokluğu nedir, diye düşündürendi. Onu, dokusu bebek tenini andıran, rengi gökkuşağını barındıran kumaşlarda sakladım yıllarca. Dedim ya hem de kalp sandığımda. Öyle bir sandık ki o, dışarıdan açılır sanma. Kulpu yoktur, sandığın kapağında. Ancak vakti gelince içeriden açılır. Boncuk gibi ipe dizilen anlar ve anılar dağılır, ortalığa saçılır, unutulan varsa hatırlanır.

İp nedir acaba, dedim.

Zaman, dedi kalbim, zaman.

Peki, boncuklar, diye sordu kendim.

Anlar ve anılar, dedi kalbim.

Ardından ekledi:

İp kopunca zamandan azade,

Başka başka âlemden sırlar yayılır kulağına,

Sen de ona gülerek bakınca.

Zamansızlık yayıldı anlara, ben de gülerek bakıyordum etrafıma. Bakana küçük, yaşayana büyük balkonumda oturuyordum. Yağmuru izleyip şıpırtılarına kulak kabartıyordum. Bir gülün yağmur damlalarını yaprağında tutuşuna, ağacın narince düşen damlalarla salınışına tanıklık ediyordum. Tüm bunlar olurken bir yağmur damlası indi kucağıma gökten ve “Altın Bilezik”i bıraktı hafiften. Konuştu ve dedi ki:

– Ben, Altın Bilezik. Elbet altından yapıldığım için öyle anıldım. Lakin beni senin için altın yapan, yapıldığım maddeden değil sana bırakılanı hatırlatmamdan. Hatırla: Daha küçük bir kızdın. Bugün, o günlerin senin için ne kadar kıymet taşıyacağından bihaber, takmıştın beni koluna. Anneannendi; benimle sözünü, söz ile köklerini yadigâr bırakan sana.

Bilezik anlattı. Ben, bir bir dinledim ve bu masalı dile getirdim. Duydum, gördüm, belki de dokundum ve bakın, hayalimde ne dokudum?

Ninesi, ninesi, bir tanesi. O, küçük kızın anneannesi, ikisi de birbirinin gözdesi. Çok ama çok severlermiş birbirlerini. Zaman buldukça, fırsat yakaladıkça atarlarmış kendilerini birbirlerinin kollarına. Sarılır, koklaşırlarmış doya doya…

Anneannesi, zaman zaman masallar anlatırmış küçük kıza. Dinlediği masalların yıllar sonra ona yol göstereceğini nereden bilecekmiş, o küçük yaşlarında. Belli ki anneannesi bilerek aktarıyormuş bu mirası ona. Zamanı gelince sözün büyüsünü hissedip çıkacağını biliyormuş yoluna ve yolculuğuna. Yani anneannesi altın bileziği önce masalları ile takmış küçük kızın koluna.

Küçük kız, o sıralar 10 yaşlarındaymış. Güneşin parıl parıl parladığı, ışık saçlarıyla herkesin tenini nazikçe okşadığı günün sabahında erkenden zil çalmış. Heyecanla yataktan fırlamış, kapıyı açmış. Canından çok sevdiği anneannesi kapıdaymış. Atlamış boynuna, sarmaş dolaş olmuşlar o anda. Güzel bir kahvaltı sofrasında muhabbet etmişler, yumurta tokuşturup kahkahalar içinde eğlenmişler. Anneannenin anlattığı bir masal ile günü tatlandırmışlar. Artık anneannesinin gitme vakti gelmiş. Ayrılmadan az evvel anneanne kolundaki altın bileziği çıkarmış ve küçük kızın koluna takmış. Şu sözleri de fısıldamış:

-Güzel kızım, bu dünya ölümlü kalımlı dünya. Elbet, gideni gibi geleni de çok olacak zamanla. Ama insan hatırlarsa, anlatırsa sözlerle yaşar ve yaşatır. Gün gelip ben de bu diyardan ayrılınca yadigârım kalsın istiyorum yanında. Bu altın bilezik benimle neler neler yaşadı ve yerini değiştirme vakti geldi, sonunda. Onu kolundan hiç çıkarma. Sen ona bağlı kaldıkça hep gelip seni bulur kaybolsa da. Yeter ki, onu hisset ve seni duyması için dua et. Dualar yayılır âlemin her köşesinde, olması icap eden, olur vakti gelince. Unutma! Hisset ve dua et.

Küçük kız, o an anneannesinin neden bu sözleri söylediğini anlayamamış. Altın bileziğine bakmış ve anneannesine sarılmış. Sonraki günler, aynı döngüde ama anıları biriktire biriktire geçmiş gitmiş. Güneş batmış, ışığını aya bırakmış. Ay parıldamış, geceler aydınlanmış. Ay, ışığını aldığı güneşi hep hatırlamış. Bir güneş, bir ay derken gündüzler geceleri kovalamış. Küçük kız büyümüş. Canından çok sevdiği anneannesi, dediği gibi ışık âlemine göçmüş. İlk veda zamanı zormuş. Ama bırakılan yadigâr, altın bilezik, küçük kıza can olmuş. Unutmak yerine her gün daha çok hatırlamış. Hatırladıkça acısı dinmiş ve yaşamla ritmini yeniden bulup harekete geçmiş.

İşte böyle mutlu, arkadaşları ile oyunlar oynadığı karlı bir günde olanlar olmuş. Her yer bembeyaz aydınlık iken kızın dünyası geceye dönmüş. Kartopu oynarken yaşadığı sevinç yerini hüzne bırakmış. Yaşananlar bir anlıkmış. Ama olana, olacağa mani olamamış. Altın bileziğin kolundan çıkıp beyaz örtünün altına yolculuğa çıktığını anlamamış.

Oyunlar, eğlenceler, sohbetler bitince hepsi çil yavrusu misali dağılmış yuvalarına. Üstünü başını temizleyen kız, geçmiş sobanın başına. Soba öylesine yanmış ki çevresi nar gibi kızarmış. Ateşin kızılı, odunların çıtırtısı ve sıcaklık Kıza o anda rehavet basmış basmasına ama bir anda bir sıkışmışlık hissetmiş ruhunda. Elini koluna götürmüş, dokunmuş, aramış, ayağa kalkmış, etrafa bakmış ve bulamamış. Bileziği, altın bileziği kolunda yokmuş. Kalbi heyecanla atmış, soluğu hızlanmış. Ne olacakmış şimdi? Önce olanları ailesine anlatmış. Hemen arkadaşlarına haber salınmış. Altın bileziği bulmaları için komşulardan yardım istenmiş. Ama nafile, altın bilezik bulunamamış. Her yer bembeyaz örtünün altında aydınlık iken kız karanlığını yaşamaktaymış. Ben deyim, derin bir kuyuda ve çıkmak için ipini aramakta siz deyin, bir mağarada ve el yordamıyla kapısını bulmak için çabalamakta. Belki de sarmaşıklarla dolu, uzun upuzun ağaçlardan ışığını göremediği bir ormanda… Işık, biz görmeyince yoktur sanmayın. O hep ordadır. Aranırsa arayanına kavuşacaktır. Kız, altın bileziğin kaybolmasından bir gün sonra geçmiş pencerenin kenarına. Yine karlar yağıyor, beyaz örtü daha da çoğalıyor, umutlar ise azalıyormuş. Beyaz kar taneleri yere, kızın gözyaşları ise beyaz inci misali düşüyormuş ellerine. Ve anneannesinin sözleri gelmiş diline. “Onu hisset ve dua et.” Evet, böyle demişti ona. Belki de hissetmesi gereken bilezikle birlikte anneannesi ve onun sözleriydi. Çünkü o, onun köküydü. Ancak kökü sağlam olan ağaç ışığına kavuşabilirdi. O vakit kız anlatmaya başlamış. Hem de bir zamanlar anneannesinden dinlediği en sevdiği masalı. Kendine, kar tanelerine ve bileziğine. Masal gözyaşları eşliğinde bitince kalbinden bir dua gelmiş dile ve uyumuş. Kız uyurken sözler, sözcükler, dilden dökülenler yayılmış. Kar taneleri olanları duymuş. Lapa lapa yağan kar, gönülden edilen duanın hikmetine durmuş. Güneşe haber salınınca ortalık da ısınmış ve karlar hafiften erimeye başlamış. Işıktan saçları ile kızın yüzünü okşarken zil çalmış. Heyecanla kız kapıya varmış ve açmış. Kapıdaki komşularının oğlu, en sevdiği arkadaşıymış. Elinde ise altın bileziği tutmaktaymış. Kız mutlulukla almış ve altın bileziğini koluna takmış. Anneannesinin onu koluna taktığı günü hatırlamış ve o anı kucaklamış.

Kucağımdaki altın bilezik susmuştu ve artık benim kolumdaydı. Bana, benim masalımı anlatmıştı. Anladım ki anneannem, yıllar önce altın bilezik diye koluma taktığıyla masalları bana yadigâr bırakmıştı. Anlatmak ve dinlemek zamanıydı. Ben anlattım sevgili dostlar, sıra siz de. Okumanın ya da dinlemenin tam zamanı. Durmayın ve kalbimi kalbinizle buluşturun. Acaba sizin altın bileziğiniz ne diyor, sesini duyun.

Sevgiyle, sevgimle…

Start typing and press Enter to search

Skip to content