CAN ÖZÜM

Print Friendly, PDF & Email

Sesli Dinle

Uç uç böceğim,
Seni bulacağım çiçeğim,
Can özümü vereceğim,
Sana tatlım diyeceğim.

Dişi uğurböceği yumurtalarını bir çiçek serasındaki pembe gül fidanının yeşil yaprağının altına bırakmıştı. 

Aslında bu pembe gül fidanı serada yetiştirilen çiçeklerden bir tanesi değildi, kenarda, köşede kendiliğinden bitip büyümüştü. Pembe gül o kadar güzel kokuyordu ve o kadar naifti ki serada özel olarak yetiştirilenlerin dışındaki diğer tüm bitkiler ve çiçekler ayıklandığı halde ona dokunulmamıştı. Uğurböceği de yumurtalarını bilerek bu pembe gülfidanına bırakmıştı çünkü serada yetiştirilen diğer çiçekler yaprak biti ve yaprak mantarı için ilaçlanıyordu. Bu ilaçlar yumurtalarına da zarar verebilirdi. Bu pembe güle kimse dokunmadığı, ilaçlamadığı ve ilgilenmediği için yumurtalarına güvendiği bir yer olur diye düşündü. Üstelik yumurtadan çıkan larvalar gülfidanındaki bitkiler ve mantarlar ile beslenebileceklerdi. Öyle de oldu; larvalar önce pupaya, sonra da üzerinde siyah benekleri olan kırmızı kanatları ile alımlı böceklere dönüştüler. Bu değişim ve dönüşüm hiçte kolay olmamıştı onlar için. Dile kolay; alıştığın düzenden, şekilden vazgeçmek ve yeniden başlamak, üstelikte ne olacağını bilmeden yeniden yaşama tutunmak zordu, ürkütücüydü. 

Ama şimdi bu alımlı uğurböcekleri için yeni bir sorun daha vardı; pembe gül fidanındaki tüm bitkiler ve mantarlar böcekler büyürken yenildikleri için bitmişti. Artık havalı kanatları da olduğuna göre onlar için uçma vakti gelmişti; uçup kendileri için yeni çiçekler bulma vaktiydi. Bir çiçek serasında oldukları için işleri kolay gibi görünse de aslında hiç de kolay değildi. Çünkü seradaki çiçekler satılmak için yetiştiriliyorlardı, göz alıcı güzellikte olsalar da suni gübre ile besleniyorlar, ilaçlanıyorlar ve sadece kendileri için yaşayabiliyorlardı. Başka bir canlıya özellikle de bir böceğe verecek can özleri  yoktu. 

Uğur böceklerinin seranın dışına çıkmaktan ve kendilerini besleyecek çiçeği arayıp bulmaktan başka çareleri yoktu. Uçup gitmeden önce kendi aralarında konuştular, hayaller kurdular:

Biri dedi ki; “Ben kendim gibi kırmızı, alımlı, göz alıcı güzellikte bir çiçek bulmak istiyorum”.

Başka bir böcek; “Ben en yakınımdaki ve kolay bulabileceğim çiçeği seçeceğim, gereksiz yere uçarak, arayarak zamanımı enerjimi kaybetmek istemiyorum”.

Adı Can olan uğurböceği hayallere dalmıştı; “Ben hala masum kalabilen bir çiçek bulmak istiyorum, gübre ve ilaçlarla kendisini yapay olarak alımlı gösteren ama can özünü veremeyen, yaşam sunmayan bir çiçek istemiyorum” dedi ve devam etti; “Arayıp bulmak istediğim çiçek aynı zamanda sade ve zarif olmalı, gösterişten uzak ama bir o kadar da göz alıcı olsun, narin görünsün ama dayanıklı olsun, alınan ve satılan bir çiçek olmasın; kırlarda özgürce yetişebilsin, büyüyüp serpilebilsin, özgür olsun, saksıda süs olarak yetiştirilerek kendisini sınırlamasın. Bizler ilkbaharda doğup, büyüdük; o da bizim gibi ilkbaharda serpilsin, yaşamı, umudu hatırlatsın.” 

Diğer böcekler Can böceğin söylediklerine karınlarını tutarak kahkahalarla güldüler; “Böyle bir çiçek yoktur, bulursan bize de söyle” dediler.

Can böcek; “Ben olduğuna inanıyorum, arayıp bulacağım, neye mal olursa olsun, ne kadar sürerse sürsün, ne kadar zaman geçerse geçsin, ne kadar yorgun düşersem düşeyim ama arayıp bulacağım” diye cevap verdi.

Tüm böcekler şanslarının ve bahtlarının onları sürüklediği yönlere doğru kendilerini rüzgâra bırakarak uçuştular. 

Can böcek kırk gün boyunca uçtu, uçtu, uçtu; yorulduğunda kendi kendine; “Uç uç böceğim, seni bulacağım çiçeğim” diye şarkı söyleyerek gücünü ve cesaretini toparladı. 

Kırkıncı günün sonunda gözlerden ve gönüllerden uzakta bir çayıra geldi. Yemyeşil yoncalar, fiğler, karahindibalar topraktan fışkırırmıştı. aralarında bir tane çiçek vardı, o güne kadar hiç görmediği bir çiçek; ortası güneş gibi sarı ve sıcak, kenarlarında saf beyaz bulutlara benzeyen ferahlatıcı yaprakları olan bir çiçek. Yorgun ve bitkin düşen uğurböceğine adeta sığınacak bir liman, sıcak bir ev gibi gülümsedi. Uğurböceği aradığı çiçeğin bu olduğunu kalbinde çok güçlü bir şekilde hissetti. Hiç düşünmeden havada süzülerek kendisini çiçeğin sarı tomurcuklarına nazikçe bıraktı. Çiçek üzerine konan böcekten önce irkildi, tedirgin oldu ve “Sen kimsin?” diye sordu, “Yoksa benim nektarımı, can özümü,  öz suyumu mu emeceksin?” diye devam etti. 

Uğurböceği çiçeğin bu açık sözlüğüne önce şaşırdı ve “Benim adım Can, ben bir uğur böceğiyim, diğer böceklerden farklıyım, senin can özünü, yaşam suyunu, nektarını emmeyeceğim. Aksine sen farkında olmadan senin can suyunu emen bitlerden ve mantarlardan seni koruyacağım, can özünü sana geri vereceğim, canına can katacağım. Günlerdir seni aradım, bulabileceğimden bile emin değildim, ama şimdi buldum, buradayım, seninleyim, sendeyim.” diye cevap verdi ve çiçeği sordu; “Senin adın ne?”

Çiçek; “Benim adım Müzeyyen, ben bir papatyayım, seni beklemiyordum, varlığından bile haberim yoktu, üzerimde uçan böceklerden kaçıyordum, rüzgârla birlikte sağa sola eğiliyordum ki üzerime böcekler konamasınlar, can suyumu alamasınlar. Sen o kadar nazikçe ve şefkatle geldin ki nedense sana karşı koymak istemedim” dedi. Papatya biraz düşündükten sonra konuşmaya devam etti; “Biliyor musun aslında sana nektarımdan, can özümden de vermek istiyorum çünkü beni bitlerden ve mantarlardan koruyacağın için ihtiyacım olandan çok fazla nektarım olacak, tatlı niyetine; ne dersin?”

O günden sonra Can ve Müzeyyen tatlı tatlı yaşamışlar, birbirlerine şarkılar söylemişler; 

“Uç uç böceğim,

 Seni bulacağım çiçeğim,

Can özümü vereceğim, 

Sana tatlım diyeceğim”

Start typing and press Enter to search

Skip to content