Masal Öykü İçinde… Yalnız Kalan Minik Karga I. Bölüm

Print Friendly, PDF & Email

Bunu yapamam diye düşünüyordu, her zamanki gibi…Annesi ile paylaşsa yine aynı şeyleri duyacaktı muhtemelen. Yapabilirsin! Söylemek ne kolaydı. Hem ne vardı yardımcı olsalardı. Hayır, kendisi başarabilirdi! İstemeyerek odasından çıktı. Kendini en mutlu, en huzurlu hissettiği yere doğru yürüyordu. Tabii ki de dedesinin odasına. Galiba yine çok ihtiyacı vardı, ondan bir masal dinlemeye. Usulca odaya girdi. Dedesi yine pencerenin önündeki koltuğuna oturmuş, bir yandan tespihini çekiyor bir yandan da tebessümle bahçedeki ağacı izliyordu. Dedesi, onun geldiğini fark etmişti. Her zamanki gibi koltukta birazcık kaydırdı kendini. Şimdi oturabilirdi yerine. Baktılar birbirlerine hiç konuşmadan. Konuşmadan anlaştığı tek kişiydi dedesi. Bir hazine gibiydi. Sürprizlerle dolu bir sandıktı belki de. Ne zaman sohbet etseler büyüdüğünü, geliştiğini hissediyordu bir ağaç gibi. Kökleriydi dedesi. Suyuydu, nefesiydi, ışığıydı.

– Bak, dedi dedesi birden. Şu serçeyi görüyor musun? Ne zamandır onu izliyorum.

Evet, dedi. O da görmüştü. Serçe gagasındaki ekmek parçasını bir türlü yuvasına taşıyamamıştı.

– Biliyor musun, hiç vazgeçmedi, dedi dedesi serçeyi dikkatle izleyen torununa. Bu çok güzel amaaa dedi ve durdu.

– Ama? diye sordu torunu.

– Ama ekmek parçası onun için biraz büyük. Götürebilmek için önce ufalaması gerekiyor galiba diye ekledi.

Gerçekten de minik serçe büyük bir parçayı götürmeye çalışıyordu minik gagasıyla.

Minik kız, “Yapamayacak, niye uğraşıyor ki!” diye aklından geçirirken dedesi onu izliyordu. O da baktı dedesinin masmavi gözlerine. Gülümsediler. Bunun anlamını ikisi de biliyordu. Evet, güzel bir masal geliyordu yine. Haydi, dediler ikisi aynı anda. Ve o özel sandığı birlikte açtılar.

– Bu yalnız kalan minik karganın masalı, diyerek başladı dedesi.

“Bir varmış bir yokmuş. Zamanlardan bir zamanda diyarlardan bir diyarda neşeli bir ormanda yaşayan bir karga ailesi varmış. Anne ve baba karga yıllarca bebeklerinin olmasını beklemiş ama bir türlü nasip olmamış. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış derken günlerden bir gün karlı bir kış sabahında bu güzel karga ailesinin yuvası minik bir karganın gak gak sesleriyle dolmuş. Anne ve baba karga öyle mutluymuş ki sanki dünya artık yavrularının etrafında dönmeye başlamış. Gündüz güneş, gece ay bilmişler minik kargalarını. Gak dediğinde koşmuşlar yanına, guk dediğinde tam da gagasının yanındalarmış zaten! Minik karga, diğer hayvanların yavruları gibi düşe kalka değil, pamuklara sarılı sarmalı büyümüş. Her istediği anında olurmuş. Çoğu şeyi de yapmakta zorlanıyormuş. Uçmayı zar zor öğrenmiş örneğin. Çünkü bir yere gidecekleri zaman ya babasının sırtına tutunurmuş ya da annesinin gagasında uçarmış. Günler böyle geçerken minik karganın okula başlama yaşı gelmiş çatmış. Anne ve babası ertesi sabah okula gidecek olan yavruları için çok heyecanlıymış. Öyle ki sabah kadar gözlerine uyku girmemiş. Minik karga mı? O okul ne demek, bilmiyormuş ki… Her zaman olduğu gibi pamuklar içinde yatağında huzurlu huzurlu uyumuş.

O sabah, daha güneş doğmadan anne ve baba karga uyanmış. Bir yandan minik karganın çantasını hazırlamışlar, bir yandan da kahvaltıyı. Minik kargaya seslenmişler ama o gözlerini açamıyormuş bile alışık değilmiş tabii. Çünkü sürekli öğleye kadar uyur, akşama kadar da boş boş otururmuş. Anne ve baba karga çocuklarının uyanmakta zorlandıklarını görünce yürekleri cız etmiş. Acaba demişler okuldaki şikâyet kutusuna bir yazı mı yazsak, dersler daha geç başlasın diye. Aslında erken kalkanların yol aldığını, güne erkenden başlamanın bereket olduğunu biliyorlarmış ama çocuklarının yorulması onların asla istemediği bir şeymiş. Hatta minik kargaları birkaç sene sonra bile başlasa olurmuş okula! Ya okulda düşerse ya öğretmenlerden biri onunla yüksek sesle konuşursa! Anne karga bunları düşündükçe gözleri dolmuş. Baba karga hemen sakinleştirmiş karısını. Öyle bir şey olmaz merak etme demiş. Hem hemen şikâyet ederiz diye de eklemiş. Onlar böyle aralarında fısıldaşırken minik karganın sesi gelmiş kahvaltı masasından.

– Benim kahvaltımı kim yedireceeekkk?

Evet evet, yanlış duymadınız. Minik karga okul çağına gelmiş olmasına rağmen hâlâ kendi kendine yemek yiyemiyormuş. Sadece bu da değilmiş tabii yapamadığı birçok şey varmış. Çünkü bu yaşına kadar her şeyi ailesi onun adına yapmış. Minik karganın kanatları, gagası, sesi, sözü hep anne babası olmuş.

Minik karganın seslendiğini duyan anne karga hemen yavrusunun yanına koşmuş. Onun için sağlıklı olabilecek yiyeceklerdense minik karganın yemeyi seçtiği yiyeceklerle beslemiş onu. Zaten böyle dengesiz beslendiği için de çoğu zaman güçsüz kalıyormuş minik karga. Okul vakti geldi diye seslenmiş baba karga. Ve hep birlikte düşmüşler okul yoluna. Az gitmişler, uz gitmişler dere tepe düz gitmişler sonunda varmışlar minik karganın okuluna. Minik karga annesinin gagasında, okul çantası babasının sırtında hepsi birlikte girmişler okul bahçesine. Minik karga etrafına şaşkınlıkla bakmış. Çünkü etrafındaki herkes kendisi gibi minik arkadaşlarıymış. Zürafa çantasını boynuna asmış sıranın en arkasında bekliyormuş. Az ilerde bir fil, minik karga için çok büyük ama kendisi için çok küçük sayılan çantasını kuyruğunda taşıyormuş. Minik karganın en çok şaşırdığı ise yürüyen bir çantaymış. Evet, yürüyen bir çanta! Biraz daha dikkatli bakınca aslında bunun yürüyen bir çanta değil de okula gelen öğrencilerden minik fare olduğunu anlamış. Evet tüm öğrenciler çantalarını kendileri taşıyorlarmış ve üstelik yanlarında ne anneleri ne de babaları varmış. Minik karga onları izlerken, izlendiğinin de farkında değilmiş. Okul bahçesindeki tüm öğrenciler hatta tüm öğretmenlerin dikkatini çekmiş bu ilginç karga ailesi. Çünkü ilk defa çantasını babası taşıyan bir öğrenci görmüşler. Öğrenciler kendi aralarında konuşmaya bile başlamışlar hemen.

– Şuna bak, sanki okula babası geliyor.

– Nasıl yani, bir çantayı bile taşıyamıyor mu yani?

– Galiba uçmayı da bilmiyor, baksanıza annesinin gagasında geldi.

Ve tüm bu konuşmaları minik karga keskin kulakları ile duymuş. İçine bir damla göz yaşı aktığını hissetmiş. Belki de ilk defa kendisinin güçsüz olduğunu farkına varmış. Aslında ondan daha fazla üzülen anne ve babası olmuş. Bahçedeki öğrencilerin yavrularından uzaklaştıklarını görünce bir yandan çok kızmışlar. Hatta baba karga bir anlık sinirle hemen müdür aslana gitmeyi düşünmüş. Ama bir yandan da aslında çok zeki olduklarından yavrularını büyütürken nasıl bir hata yaptıklarını hemen anlamışlar. Minik karga tabii bunların daha farkında değilmiş. Farkında olduğu tek şey, okulun ilk günü yalnız kaldığıymış. Babasından çantasını almış ve zorlana zorlana nasıl taşıyacağını bile bilmeden okul binasından girmiş içeri.”

Göz göze geldiler dedesiyle. Dedesinin masmavi gözleri öylesine derindi ki kendisini bıraktı. İşte yine konuşmadan anlaşıyorlardı. Minik kız, minik karganın sorununun ne olduğunu anlamıştı bile. Onlar birbirlerine bakarken içerden annesinin sesi geldi. Yemek hazırdı.

– Ama, dedi minik kız dedesine dönerek, ama masal daha bitmedi.

– Bazen nasibin bu kadardır, dedi dedesi.

Torunu o an anlamadı belki ama kısa sürede ne demek istediğini anlayacağından da emindi.

– Bak dedi. Büyüklerimiz köy odalarında bizi toplayıp günlerce masal anlatırlardı. Hem de sadece bir masal günlerce sürerdi. Bu sefer biz de bu geleneği sürdürelim olur mu? dedi torununa sıcacık sesiyle.

– Minik kız geçmişi şimdiki zamanda yaşatmanın keyfiyle başıyla onayladı dedesini. Sofraya giderlerken bir yanda da merak ediyordu, minik karga tek başına ne yapacaktı acaba?

Start typing and press Enter to search

Skip to content