KOLTUKTAKİ DOSTLUK

Print Friendly, PDF & Email

Gırç gırç…

Bu sesler tam 100 yıllık bir koltuğun içinde yaşayan tahta kurusunun sesiydi. Yıllardır bir depoda kırık dökük eşyalar içinde, bir başınaydı. Canı çok sıkılıyordu. Yalnızlık ne kadar da zordu ve şu karanlık ne korkunçtu.

Günlerden bir gün… Tahta kurusu bir ses duydu. Çok şaşırdı. Daha önce böyle bir sesi duyduğunu anımsamıyordu. Merakla sesin geldiği yere doğru baktı. O da ne? Bu bir fare… Eski bir plağın üzerinde dönüp duruyordu. Bu manzara çok hoşuna gitmişti. Fotoğraf makinesi olsa farenin kendi kendini eğlendirmesini ölümsüzleştirmek isterdi. Bu fare ile konuşmalıyım, diye düşündü. Ve ona “merhaba!” dedi. Şaşırma sırası bu kez faredeydi. Bu seslenen de kimdi? Fare merakla sağa sola baktı. Kimseyi göremeyince eğlencesine devam etti. Tahta kurusu tekrar seslendi: “Buradayım. Şu eteğinden püsküller sarkan eski koltuğun içindeyim.”

Fare şaşırarak biraz da korkarak koltuğa yanaştı. Sen de kimsin, dedi. Ben tahta kurusuyum. Bu koltuğun tahtası da benim evim.

“Korkma, gel yanıma, arkadaş ol bana. Canım çok sıkılıyor bu ara. Anlat gördüklerini, sohbet edelim doya doya.”

Bu sözlerden sonra farenin korkusu azaldı. Ne de olsa o da yalnızdı. Koltuğa iyice yanaştığında siyah, küçücük bir benek gördü.

“Küçücüksün ama konuşabiliyorsun. Üstelik bir de sıkılıyorsun.”

“Aldanma görünüşüne,

Küçük dediğin büyük

Büyük dediğin küçük olabilir.

Hiçbir şey göründüğü gibi değil bu hayatta.” dedi tahtakurusu.

Fare tahtakurusunu sevmişti. Onunla sohbet etmek hoşuna gidiyordu. Sohbet koyulaştıkça anılar anıları kovaladı, bir anda geceye döndü gün. O karanlık ve korkunç depo daha da korkunçtu şimdi.

Fare: “Geç oldu, gitmem gerekiyor.” dedi.

Tahtakurusu çok üzüldü. Gitme, dedi boğuk bir sesle.

Fare bu sözcüğü duymak istiyormuş gibi kuruldu koltuğun üstüne. Yeni evim burası dedi sevinçle. Tahtakurusu çok sevindi. Birden, bir ses duydular. “Öhö öhö…” Bu da kim, dedi fare. Yalnız olduğumuzu sanıyordum. Tahtakurusu şaşkınlıkla etrafına bakarken yeşil püsküllü eski koltuk konuşmaya başladı.

“Ben, şu an üzerinde oturduğunuz koltuğum. Adım İçe kapanık.”

Tahta kurusu: “Daha önce neden konuşmadın? Arkadaş olurduk birbirimize.” dedi.

İçe kapanık derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı: “Ben, konuşmaktan pek hoşlanmam. Yapı olarak sessiz biriyim. Bir gün bir şey oldu ve ben tamamen içime kapandım.”

“Ne oldu anlat.” dedi fare merakla.

“Bir zamanlar çok sıcak bir yuvam vardı. Beş çocuğun şen kahkahaları içinde günlerim neşe ile geçerdi. Bilirsiniz, bulaşıcıdır neşe. Sevgi dolu bu güzel ortam maalesef bir kutunun eve gelmesiyle son buldu. Artık neredeyse kimse konuşmuyor, gülmüyordu. Varsa yoksa o kutu. Büyülenmiş gibi bakıyorlardı. Sonra o kutunun içinde gördükleri ne varsa almaya başladılar. Evde her gün bir eşya değişiyordu. Neler oluyordu böyle! Derken bir gün sıra bana geldi. Alıp koydular beni bu karanlık depoya. O kadar üzüldüm ki… İyice içime kapandım. Hatta dua ediyordum: ‘Şu tahtakurusu beni bitirse de düşünmesem artık eski güzel günleri.’ Ama sizin az önce yaptığınız sohbet çok hoşuma gitti. Adeta tekrar can buldum. Teşekkür ederim.”

Fare ve tahtakurusu koltuğun durumuna başta üzüldüler ama sonra çok sevindiler. Artık üç arkadaştılar. Sohbete kaldıkları yerden devam ettiler. Onlar sohbet ettikçe, kelimeler dans ediyordu havada. Ve her kelime geceyi aydınlatan bir fenere dönüşüyordu sanki. Karanlık depo gündüz saatlerinden bile daha aydınlıktı şimdi. Geceyi aydınlatan, dostluktan başka neydi?

Start typing and press Enter to search

Skip to content