
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde… Minicik küçüklerle, büsbüyük devlerin hepsi de bir han içinde. Ben topladım, ben soydum, ben yudum ben uydurdum. Elmalar iri iri, üzümler mini mini… Mektup yazdım güvercinle yolladım. Buyurun dedim bu masala. Deveden tellal olmaz. Pireden berber olmaz. Olursa insanoğlundan adam olur. Adam olursa da dünya ne güzel olur. Hem okur hem yazar, dizi dizi koşar. Su gibi coşar her barajı aşar. Azıcık uzucuk bastı annem turşucuk. Kış olunca giyindi çocuklar birer gocuk. Soba da yandı sıcacık. Masala da başlasak mı usulcacık?
Evvela masal denilen zamanların birinde bir büyük orman; bu ormanda da Şahmaral adında bembeyaz, boynuzları siyah kadife gibi olan bir geyik yaşarmış. Bütün geyiklerin başıymış, şahıymış. Akıllı ve de hızlıymış. Geyiklerin içerisinde Şahmaral’ın sözünden çıkan olmazmış. Şahmaral, birçok geyik türüne öncülük edermiş. En minikleri “Pudu”, en büyükleri ve güçlüleri “Sığın”, en işe yarayanları “Ren”, en iyi yüzeni “Sugeyiği”, en beneklisi “Alageyik”, rengi biraz koyu olanı “Karaca”, en bilineni “Munçaklar”, en saçı sakalı birbirine karışmış olanlar da “Püsküllü”, bir de “Kızıl Geyikler” varmış. Hepsinin yeteneği farklı, hepsinin görevi başkaymış. İşte bu geyiklerle birlikte Şahmaral mutluluk içerisinde yaşarmış. Ağaçlar, kuşlar ve diğer orman hayvanları ise bilirlermiş Şahmaral’ın kim olduğunu.
Bir gün ormana bir ren geyiği gelmiş. Yuvası yakın desek değilmiş, yolu orman üstü desek değilmiş. Tüm geyikler çevreleyip bu ren geyiğini Şahmaral’ın huzuruna götürmüşler. Şahmaral inceden inceye bakmış ren geyiğine. “Benim adım Şahmaral, geyiklerin başıyım. Senin yuvan buradan uzakta, yolun da dolu tuzakla. Nasıl geldin buralara, adın nedir? Ne için bu kadar yol aştın, kimsesiz yola çıktın. Sen anlat, anlat ki yardımımız dokunsun, bizim ormanımız da yaşayabilirsen, yuvan ve evin olsun.” Ren geyiği uzun ve dallı budaklı boynuzlarını sallamış. “Geyiklerin şahı, sözüm sanadır. Adım Buni. Evim barkım geride kalmıştır. Atam anam insanoğlunun hizmetine katılmıştır. Ah bu insanlar, etimizi yer, boynuzumuzdan ilaç yapar, derimizden pantolon, ayakkabı, çanta hatta nehirleri geçmek için sal yaparlar. Onlara da dedim, “Kaçalım uzaklaşalım. Buralarda bize hayat bırakmazlar.” dedim. Ama ikisi de “Yiyeceğimizi veriyor insanoğlu. Biz de yardım ederiz gücümüzce. Geçinir gideriz gönlümüzce, ne avcıyla karşılaşırız ormanda, ne yiyecek ararız karda kışta…” dediler. Onları geride bıraktım. Yollara düştüm. Bu gün yarın, boynuzum düşecek. “Şahmaral’ın ülkesinde herkes mutludur, gidersen oraya git dedi eskiler.” Ben de düştüm yollara. “Farklı demezseniz, yediğiniz ota, çileğe ortak olmak isterim. Belli mi olur bir gün benim de size yardımım dokunur.” demiş.
Şahmaral da gülmüş “Hoş geldin Buni… Farklı demezseniz dedin ya, o kısma gülüyorum, yanlış anlama. Sen benden daha mı farklısın bakanların gözünde acaba? Bir aralık sor arkadaşlara” demiş.
Sıcak yatak, taze ot vermişler. Buni günden güne güçlenmiş. Boynuzlarını ağaçlara sürte sürte düşürmüş. Yeni boynuzları çıkmaya başlamış. Yaşını belli etmek için birer de fazladan dal vermiş o boynuzlar. Soğuk ülkelerde yaşadığı günleri aslında çok özlüyormuş. Ne kadar özgür olsa da kendi dilini konuşan geyikleri gittikçe daha da çok aramaya başlamış. Yeni boynuzları tamamen çıkınca Buni, daha bir kendine güvenle gezip tozmaya başlamış ormanda…
Günler hızla geçmiş, sadece Buni’nin boynuzu değil, kendisi de büyümüş. Nerdeyse tek derdi evi, köyü, kendi cinsinden olan geyiklerle gezdiği otladığı ormanlarmış. Tüm geyikler coşkulu, tutkulu ve sıcakmış. Hepsi de bir kardeş gibi sevmişler onu ama “İlle de vatanım diyen bülbül” gibiymiş Buni…
Ormanda taze otlar ararken burnuna bir koku gelmiş bir gün… Kendi ülkesinde yetişen bir ağacın kokusuymuş. Koklaya koklaya kokunun geldiği yeri bulmuş. Bir mağara içerisinde küçücük bir fidandan geliyormuş bu koku. Bir tıkırtı duymuş, hemen de saklanmış. Aniden mağaranın duvarları ışıklar saçmaya başlamış. O güzel kokulu ağaç birdenbire duvardaki bir taşın çıkıntısına bağlanmış, bir geyik olmuş. Bembeyaz, minicik boynuzlu bir ren geyiği.
Buni’ye doğru çevirmiş bakışlarını bu beyaz Ren geyiği; “Ah Buni, yardım et bana. Ailemle ormanda gezerken bir ışık büyüsüne kapılıp onlardan ayrıldım. Yolumu şaşırdım. Acıkınca da ormandaki lezzetli çileklerden yedim. Onlar aslında orman cadısının zehirli kara büyüsünden başka bir şey değilmiş. Tuzağına yakalandım. Sonra bir kendime geldim ki buraya bağlıyım. Üstelik de her gün bir ağaç olarak uyanıyor, ancak bu saatlerde, gün batarken ışıklar duvarlara vurunca tekrar geyik oluyorum. Buradaki otları yer, doyarım ama benim ışık görmem gerek. Bana ışık getirebilir misin? Şöyle pırıl pırıl, sımsıcak bir gün ışığı… Bu mağara buz gibi! Ya kurtar beni ya da gün ışığı getir bana.
Buni gelip koklamış, incelemiş. Gerçekten de hem kendisi gibiymiş, hem de Şahmaral’ın renginde. “Nerden biliyorsun adımı? Hem sana nasıl güvenebilirim ki? Bize benziyorsun ama az önce ağaca da benziyordun.” demiş ve üç adım mağaranın kapısına doğru geri adım atmış.” Beyaz Ren şöyle cevap vermiş ona. “Senin buralara geldiğini biliyor orman cadısı. Senin için de tuzakları var, inan bana. Senden bahsetmese nerden bilecektim adını. Bana ailem Livi derdi memleketimde. Senin oraları terk etmenden çok daha önce kayboldum ormanda. Çok akıllı ve ruhu hür biriymişsin duydum. Yolculuğun zor olmuş. Şahmaral adını zorda kaldığında söyleyince yokuşların düz olmuş. Orman cadısı biliyor hepsini. O gelmeden söyle bana, yardım edecek misin Buni?”
Buni kısa bir an durmuş sonrada başını sallamış. Livi’nin böyle dürüst, böyle iyi kalpli olmasına hayran olmuş. Bir sevgi bağı oluşmuş içinde sanki. Ona elinden geleni yapmaya karar vermiş. “Ben sadece bir geyiğim. Seni kurtaramam, ama sana belki ışık getirebilirim.” demiş; hızlıca mağaradan çıkmış ve kimsenin fark etmeyeceği birkaç küçük işaret bırakarak ormanın derinliklerine dalarak tüm geceyi düşünmeye ayırmış.
Aklına çok parlak bir fikir gelmiş. Ertesi gün fikrini uygulamış hemen. Gün ışıkları suya mükemmel yansıyormuş. Biraz gün değmiş su götürse, o sıcak ışıklar da içinde Livi yaşayabilirmiş belki de. Derin bir yaprağın içinde burnuyla ağzıyla dengeleyerek başını götürmüş suyu Livi’ye. Ama gidene kadar ışık mı kalır su da? Bir faydası olmamış. Bir daha deneyeceğini söylemiş. Livi ‘de bir çare bulacağına inanarak, cadıdan da korkarak geçirmiş geceyi… Buni o gece de düşünmüş. Kristal taşlar görmüş ormanda. İçinde ışıklar oynayaşan. Onu alıp mağaraya kadar götürmüş ama, maalesef karanlık mağarada hiç ışık yokmuş ki içindeki ışıklar yansısın… Livinin umutları gittikçe tükenmiş ama bir şey dememiş Buni’ye. O gece de Buni ışığı ona götürebilmek için yollar aramış.
Yılın en uzun gecesinde tüm geyikler bir ateş başında toplanmışlar. Kışın gelişini avcıların daha az ava çıkacaklarını kutluyorlarmış. Sıcacık ateşin ışığı hepsinin gözüne yansıyormuş. Şahmaral almış sözü; “Herkes bir hikâye anlatacak.” Sormuş Karacalar, korku hikâyesi mi?”. ”Hayır bu kez sevgi hikâyeleri anlatacağız…” Böylece tüm geyikler sevgi dolu hikâyeler anlatmışlar. Aileleri hakkında, memleketleri, sevdikleri yemekler, sevdikleri arkadaşlar hakkında… Sıra Buni’ye gelince ateşe derin derin bakmış ve derin bir nefes alıp, güzel ceylan gözlerinden başlayarak Livi’yi anlatmış. Ona ışık bulmak için söz verdiğinden bahsetmiş. Çaresizliğinden, sevmenin güzelliğinden ve verdiği cesaretten. Hikâyesi hem sevgi doluymuş, hem de herkesi ağlatmış. Buni’ye hayran olmuşlar. Şahmaral da Buni’ nin hikâyesi bitince bir an sessiz kalmış. “Buni kapa gözlerini, yarın Livi’nin yanına gittiğinde onun tam da gözlerinin içine bak. Onu yaşatacak ışık senin gözlerinde ışıldıyor.” demiş. Buni gözlerini kapatmış ve oracıkta derin bir uykuya dalmış. Üzerini örtmüşler büyük yapraklarla ve sonra Şahmaral tüm geyikleri toplamış başına. Buni ve Livi’ye yardım edeceğiz. Birlikten kuvvet doğar. Pudular ve Ala Geyikler orman cadısını oyalasın, Sığınlar mağaranın duvarlarını yıksın. Karacalar öncü gitsin. Geriye kalanlar da Buni’ye yol göstersin diyerek planlarını yapmışlar. Sonra da uygulamak için adım adım ellerinden ne geliyorsa yürekten ortaya koymuşlar.
Sabah herkesten önce uyandığını sanan Buni Livi’nin yanına gitmiş. Zavallı Livi ağaç haliyle bile mutsuzluğunu belli ediyormuş. Bütün yaprakları yere doğru eğilmiş, adeta cansız kalmış. Akşamüstü mağaranın duvarlarında ışık oyunları başladığında Livi de bir geyik olmuşken tüm geyikler planlarını uygulayarak Livi’yi kurtarmış, orman cadısından da kurtulmuşlar. Bambaşka bir ülkede yalnızlık çeken iki ren geyiği de bir araya gelip kendi yuvalarını kurmuşlar. Gökten üç elma düşmüş, bir hür doğup hür yaşayanlara. Diğeri Şahmaral gibi iyilik için çalışanlara. Üçüncü elmayı da soydum dilimledim, sevgi masallarını çok sevenlere bağışladım. Şifa ola!