ANLATTIĞI BAL OLAN ADAM

Print Friendly, PDF & Email

Yazarın Kendi Sesinden Dinle

Dedemin Anısına

Karanlığın içinden geçmeyen, bir hayvanla hasbıhal etmeyen masal dinledim demesin. Sabahı görmeden, geceye göz yuman da uyudum demesin. Masal anlatmak nerden geliyor, atadan dededen, var bir başlangıcı deveden pireden. Bilin istedim ey ahali… İstedim ki düş değil, düşüş değil, söylenmişse yazılsın, yazılmışsa okunsun. Bir masal geçmiş dedemin başından. Kalmasın oracıkta, buracıkta. Ben söyledim bir yandan, yazdım hemen ardından. Allem ettim, kallem ettim; bunca sözü çıkarıp masalımı tamam ettim. Yaşanmışın süsü olmaz, doğruya yalan katılmaz. Masalın dünyasında pire belki peridir. Yedi düvel duyar, yedisi de duyunca koşar. Baktım kapımda hepsi. Olmuş adamdan bir yol. Kaçıramam hiçbirini. Okuyor, yazıyorsam; dinliyor, anlatıyorsam, bir ayının iyiliğidir sözü tamamlattıran. Bakın bakalım ne diyor bu masal size? Tatlı olsun dilimiz, dolsun hazinelerimiz. Kalabalık çevreledi beni. Ellerini kucaklarına koyup, beklediler ne anlatacağım diye beni. Ben de uzatmayayım, hemen başlayayım.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir çiftlikte çalışan bir delikanlı varmış. Samanlıkta yatar kalkar, ne iş olsa da yaparmış. Günlerden bir gün, ters bir gün müymüş, ağasının işi mi ters gitmiş artık neden bilemem; ağası kızmış buna. Almış elinden yattığı yatağını, çiftlikten kovmuş delikanlıyı. Ne desin, nereye gitsin. Özür dileyecek ama ağa duyacak değil. Gidip çalışacak yine tarlada ama ağa sinirli; köpeği bile bahçeye koyacak değil.

İki gitmiş, bir dönmüş yolu düz yapmış, mevsimi güz yapmış. Gide gide çayır çimen bir yere gelmiş. Karnı da açıkmış, canı da susamış. Kuşları seyretmiş. Gökteki oradan oraya koşan bulutları izlemiş. Her yer sessizleşince derenin şırıltısını duymuş. Kalkmış gitmiş dereyi bulmuş. Buz gibi dere, karpuz çatlatan… Yine de kana kana içmiş, ayağını içine sokmuş serinlemiş.

Sağındaki solundaki böğürtlenlerden atıştırmış, doymamış. Üzümlerden yemiş doymamış. Hemen yanındaki duttan da şükür deyip iki tane ağzına atmış, doymamış. Dut dalını eğmek için kenara çekince bir de ne görsün? Yeri göğü yırtan bir haykırışla karşısında bir ayı!

Ne edeceğini bilememiş. “Kaçsam iki dakikada yetişir bu ayı” demiş içinden. Sessizce ayının gözüne bakıp orda kalmaya karar vermiş. Ayının gözlerinden akan yaşları görünce korkusunun yerini bir merhamet almış.

“Nedir derdin ayı senin? Neden ağlarsın, bu kadar bağırır, şu derenin sesini bastırır, duyurmazsın.” Ayı delikanlıya ayağını göstermiş. Delikanlı bakmış ki, kocaman bir deve dikeni, saplanmış ayının ayağının en nazik yerine.

“Anlıyorum seni” demiş. Çıkarmış arka cebinden tek dünya malı olan çakısını, ayıya doğru bir adım atmış. Ayı korkudan sıçramış, kalkmış ayağa. O korkmuş, delikanlı daha çok korkmuş. Deve dikeni de, korkunun doğduğu yere kadar ilerlemiş bu sırada, içeride.

Sakin sakin konuşmuş delikanlı ayıyla. “Bak, bu diken hasta eder seni, bırak ayağından çıkartayım bu dikeni.” Ayı homurdanmış, bir iki bağırmış ama sonra başını sallayıp, eğilmiş delikanlının önünde.

Delikanlı dikkatle yaklaşmış. Ayının ayağını tutmuş. Çakısını dikenin batan kısımlarında birer birer gezdirip hepsini de çıkarmış. İşi bittiği zaman ayı ayağının dikenlerden kurtulan kısmını yalamış. Sonra da mucize kabilinden, delikanlıyla konuşmaya başlamış. Delikanlı şaşkınlıktan şaşkınlık beğenedursun. Ayı almış sözü diline.

“Yiğitmişsin delikanlı. Derdime çare oldun. Bu koca gövdemle eğilip çıkaramazdım, çaresine bakamazdım. Sen merhamet etmesen konuşamazdım. Konuşsam da sen anlamazdın. Madem iyilik ettin, benden de iyilik bul. Gökte uçan serçe dedi. Kimin kimsen yok imiş. Sana öyle bir tılsım vereceğim ki sen ve senden doğan yedi kuşak geçmişin kapısından düşeni yakalayacak, geleceğin kapısından ilk gireni de tutacaksınız. Hepsini birbirine ekleyip de masal yapacaksınız. Herkes de o masalı dinlemek için yarışacak. Şimdi izle beni! Yoruldum deme, susadım deme… Bastığım yere bas, durduğum yerde dur. Eğer dediğimi yapmazsan benimle bağın kopar. Ne beni bir daha böyle anlayabilirsin, ne bir daha duyabilirsin. Ne de vereceğim hediyeyi alabilirsin.” deyip dört ayağı ile yürümeye başlamış.

O ilerlemiş, delikanlı ilerlemiş… Ayı gitmiş, delikanlı tam peşinden. Ayı da ara ara bakıyormuş geliyor mu diye zaten. Derken derken, ben deyim sabah erken; sen de, akşamın güneşi dağdan aştı, aşarken bir mağaranın önüne gelmişler. Ayı fısıldayarak konuşmaya başlamış.

“Burası kimsenin bilmediği bir diyardır. Benim atalarım üç yüz yıldır burada oturur. Buraya kış gelirse bir daha kolay kolay gitmez. Kış uykusundan uyanmalarına çok az vardır. İçeri girince her yer ayı doludur. Sırtıma tutun, yolculuğumuz sürecek” demiş. Ne desin delikanlı. İçinde bin bir korku, sarılmış ayının sırtına, girmişler ayıların kış uykusuna yattığı mağaraya.

Mağaranın en dibine kadar varmışlar. Vay anam ben deyim elli sen de üç yüz elli metre boyunda ululardan ulu bir ağaç. Her dalında bir peri… En tepede de bir arı evi.

Ayı perilere tanıştırmış delikanlıyı. “Size kapıları aralayanla, kapıları kapatan insanoğlunu getirdim.” Tüm periler aynı anda sağında solunda uçuşmuşlar delikanlının. Bir yandan da sorup duruyorlar, adeta aklından tüm bilgileri okuyup yazıyorlarmış.

Perilerin başı olan Periçe gelmiş dikilmiş karşılarına. “Kimi yok, kimsesi yok. Ona bu kapıların sorumluluğunu verirken öyle bir hediye de biz vereceğiz ki kimse onu dinlememezlik etmesin.” demiş. Tüm periler arılara bir işaret göndermişler. Sonra o arı evinden, peteğinde göbeğinden, öbek öbek bal akmaya başlamış.

Ayı delikanlıya “Ağzını açıp yiyebildiğin kadar ye” demiş. Zaten aç olan delikanlı da o akan baldan yiyebildiği kadar yemiş. Karnı doyunca periler bir tarafından, arılar bir tarafından ağacın üzerine çıkarmışlar delikanlıyı. Geçmişin kapıları kapanırken düşenleri, geleceğin kapıları açılırken önce gelenleri göstermişler. Delikanlıyı donatmışlar. Delikanlı inanamamış yaşadıklarına. “Herhalde rüya görüyorum” demiş içinden.

Yine bir yanında arılar, bir yanında periler; delikanlıyı o ulu ağacın tepesinden aşağı indirmişler. Ayı demiş, “Gitme vakti. Bir bahar başlıyor artık. Uyandı uyanacak nerdeyse diğer ayılar. Veda edelim. Ömrün oldukça bir daha dört ayaklı ayı görmeyeceksin. Ama beni de anlatmayı unutma. Bana yaptığın iyiliğin karşılığı ağzından bal damlayacak” demiş, sarılmış delikanlıya. “Kapa gözünü, aç gözünü” demiş Periçe…

Bir bakmış dut ağacının dibinde. Ne ayı var, ne Periçe! Bir tek deve dikeni duruyormuş olanca haşmetiyle otların üzerinde. “Ah dut ne kadar da faydalıdır” demiş içinden bir ses. Sonra dutun masalı dökülmüş dilinden. Dere kenarına gelen çoban duymuş masalı “Anlat demiş, n’olursun anlat bir daha” Çobana, çobanın kardeşine, ağasının evine giderken çamaşır yıkayan kızlara, yolda gördüklerine, yol sorduklarına herkese anlatmış dutun masalını.

Ağası bile bundan sonra onun sözünü kesmeden dinlemiş. Ağanın kızı ağzından bal dökülen bu delikanlıyı dinlemek için yemelerden içmelerden kesilmiş. Ağa da kızını bu tatlı dilli delikanlıya vermiş.

Bu delikanlının ünü duyulmuş, geçmişten anlattıkları hep mi hep doğruymuş. Gelecekten anlattıkları, kapı ağzında tuttukları, kaptığı sözler de bir merak konusuymuş.

Ayının hediyesini ömrü oldukça akıllıca kullanmış delikanlı. Her konakta kalabilmiş, her sarayda ağırlanmış, her gönülde taht kurmuş. Her istediğini bal dökülen diliyle duyurmuş, çocuklarını da bu maharetiyle doyurmuş. Yedi güzel çocuğu olmuş, hiçbirisi de dört ayaklı bir ayı görmemişler ömürlerince. Hepsi de baldan tatlı masallarla anlatmışlar da anlatmışlar. Hem gündüz, hem gece…

Gökten üç elma düşmüş. Biri kapılardan geçenlere, gelişenlere… Biri düşü düşleyene, elmayı dişleyene! Birini de bal tatlısı söz eden ağızlara, masalcılara bağışladım. 21.12.2020

Start typing and press Enter to search

Skip to content