PRENSES SULTANA

Print Friendly, PDF & Email

Yazarın Kendi Sesinden Dinle

Bu masal “Asla yapamazsın” diyenlere inat her şeyi yapabilenler için yazılmıştır.

Yıllar yıllar önce insan bilgeliğinin akmadığı, kadim lisanların duyulmadığı zamanlarda pırıl pırıl güneşle her yanı çevrelenmiş, bir çöl ülkesi varmış. Bu ülkenin de  güzelliği dillere destan bir prensesi. Böylesine güzel prenses; evet sadece masallarda olur. İncecik beli, gür kirpikleri ile çevrelenmiş kara gözleri, dolgun dudaklarının kıvrık, biçimli kenarları, omuzlarında biten dalgalı saçları ile hem herkesten farklıymış, hem de bakan herkesin büyülendiği bir kızmış. Ülkesini sevgi ve adaletle yöneten bir kralın tek kızıymış. Adı Sultana. Ülkede modern hiç bir şey yokmuş. Bu yüzden de bu çöl ülkesinde yaşam hep zormuş.

Güneş yüzünden insanlar sadece öğleden sonra ve akşamları çalışabilirlermiş… İş bulmakta zorlanan insanlar, zamanla tembelliğe alışmışlar. Kızgın kumlar üzerinde, develer gitmek istemez, su da asla yetmezmiş. Hayvanlar o topraklarda yürümek istemediğinden, topraklar ıssızmış. Halk dışarı çıkmaz olmuş. Bu çöl ülkesi başka ülkelerde kötü işler yapanların uğrak yeriymiş. Şehrin ıssızlığından yararlanmak isteyen hırsızlar, kötüler, ya da çirkinliği ile kimselere görünmek istemeyen insanlar ve ülkenin halkı bu toprakları çok severmiş. Bunca kötü ve çirkin insan bu ülkede barınsa bile, kızgın güneş kavursa bile kötü bir ülke değilmiş çünkü… İşleri aksamazmış. İyiliği saklanmazmış. Gücünü kumdan alan insanlar ve hayvanlar daha da dayanıklıymış. Gözleri kısık, tenleri kavruk, elleri ve ayakları sıcağa dayanıklıymış hep! Genellikle açık renk giyerlermiş yanmamak için. Yaşamlarını kolaylaştırmak için aldıkları tedbir gereği; bol, ince ve pamuktan giyecekleri tercih ederlermiş. Öldürmeyen güçlendirirmiş sonuçta. Büyük kum fırtınaları bitince, kalan sağlar büyük bir deneyim kazanırlarmış.

Prenses Sultana bu çöl içerisinde bir çöl gülü gibi kalırmış.

Çölde yaşam sürprizlerle doluymuş. Halk sıcacık bu ülkenin kum içerisindeki sokaklarına çıktığında mutlulukla dolarmış her yer. Komşu ülkelerle barışı sağlayan kral, yani prenses Sultana’nın babası, halkını hep korur ve iyi bildiği bütün değerleri kızına, tüm krallığını bırakacağı o çöl gülüne öğretirmiş. Kum fırtınasından korunma yollarını, çöl hayvanları ile baş etme yollarını, enerjisini doğru kullanmasını ve ne olursa olsun bakış açısını değiştirerek her olaya bakmasını! Merhameti, sevgiyi ve tabi ki adaleti sezdirmeden öğretirmiş hikâyelerle…

Kral ve kraliçe sarayın hemen altında yer alan yeraltı şehrindeki kimselerin bilmediği; tapınak, heykel, oda, gizli çıkış kapıları ve simgelerle dolu duvarların yerini kızlarına ezberletirlermiş. Günü gelince iyi bir hükümdarın ihtiyacı olan her şey varmış burada. Ve rüya defterleri… Kral ve kraliçe ile birlikte onların kanından olan herkesin rüyası işlenirmiş defterlere. Buradaki gizleri ve mucizeleri en sadıklar, sadece çok güvenilir insanlar, o sadakate sahipler bilirmiş. Yani sarayın rüyacısı, kâhini ve bilgesi…

Prenses Sultana’nın en büyük keyfiymiş bu yeraltı şehrinin labirent gibi yapısında kendi yolunu bulmak. Zamanla tüm belleğine bir nakış gibi işlenmiş bu yollar. Sultana en çok da tılsımlar odasını seviyormuş. Her gün inip o yollardan geçerek tılsımlar odasında saatlerini geçiriyor ve gelip orada öğrendiklerini bilge, kâhin ve rüyacıyla konuşuyormuş.

Günler günleri, mevsimler mevsimleri izlemiş. Güneşin hükmü daim olan bu ülkede ne yazık ki ömürler de bir gün tükeniyormuş. Gün gelmiş kral ve kraliçe hain düşmanları tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Prenses Sultana yeraltındaki labirente saklanarak canını zor kurtarmış. Sonra bilge, kâhin ve rüyacı düzeni sağlayınca, saklandığı yerden çıkmış. Artık bir genç kızmış. Yalnız ve kimsesiz olması onu da tıpkı halkı gibi daha güçlü yapıyormuş.

Güçlü olsa da baş etmekte zorlandığı zamanlar herkesin olur. Hainler her dönem bir yerlerde pusuda bekler. Kral babası ve kraliçe olan annesini kaybettikten sonra bu hainler prensese hükümdarlık yapamayacağını söylemişler.

“ Sen bu çölleri aşamazsın. Sen bu toprakları yönetemezsin. Sen bu halka söz geçiremezsin… Sen bir kraliçe olamazsın!”

Prenses Sultana’nın hakkıymış oysa krallık. Onlar yapamazsın dedikçe içerisindeki korku daha da büyüyormuş. Önce hainler bu fısıltıları dilden dile aktarırken, şimdi düşmanları, dostları, hatta dadısı bile “Yapamazsın” diyormuş. Kulakları bu sözleri duyuyormuş Sultana’nın. Herkesin ağzından çıkan sözler yavaş yavaş prensesin kolunu, kanadını ve umudunu kırmaya başlamış.

Anne ve babası sağken sık sık gittiği tılsımlı odaya gitmiş bir gün. Ağlaya ağlaya bir gece geçirmiş orada. Rüyasında kar dolu tepelerde çiçeklerin açtığını görmüş. Kardelenler! Sabah uyandığında rüyasını aklında tutmak ve rüyacı ile paylaşmak istiyormuş. Bir gece öncesi gözünden akan yaşların bir gölet oluşturduğunu fark etmiş. Eğilmiş, içerisine bakmış. İnançla atan bir kalbin bir beyni yendiğini gösteren bir resim varmış bu tuzlu suda. Ve altında da bir cümle “ İnanç aklın sihridir, inanırsan olur…”

Prenses gözyaşlarını silerek apar topar ezber ettiği yollardan rüyacının yanına gitmiş. Anlatmış eksiksiz rüyasını… Rüyacı, ilgiyle dinlemiş ve fikrini söylemiş. “Prensesim o karlar sizin zorluklarınızı anlatıyor. Kardelen çiçekleri de o zorlukları aşacağınızı“. Prenses Sultana, rüyacıya gözyaşlarında gördüklerini de anlatıp sormuş. Rüyacı saygı ile eklemiş. “Değerli prensesim. Ben sadece rüyaları yorabilirim. Bunun için bilgeye gitmeliyiz.” Birlikte bilgenin yanına gitmişler. Prenses rüyasını anlatmış tastamam, rüyacı da yorumunu yapmış. Sonrasında Prenses Sultana gözyaşında gördüklerini de sayıp dökmüş. Hikmetini merak etmiş. Resmi anlatmış ve sorusunu sormuş. “Sence kalp yenebilir mi beyni? “

Bilge elleri kolları ile anlatmaya başlamış. “Kalp her şeyin işlendiği yerdir. Kalp neye inanırsa o orada işlenir. İşleyen cevher kendiliğinden çıkar. Sözlerimizle mutluluğu ya da korkuyu biz yaratırız bazen… Kimse çöl bilgeliğini önemsemez. Sağ kalanlar kalbinde iyiliği büyütenlerdir. Bu güneşe katlananlar güneşin hayat kaynağı olduğunu düşünenlerdir. Siz de bu çöl gibisiniz. Düşmanlarınızı alt etmenin yolları akıldan geçer. Sizde pırıl pırıl sevgi dolu bir kalp varken, biz de gücümüz yettiğince, yardım ederiz size. Biz bunu vaad etsek de sizin neye inandığınıza göre yol çizilir. Siz bu ülkeyi yönetebilir misiniz? Sorun bunu kalbinize… Sonra da kâhine gidelim birlikte!”

Prenses Sultana yanlarından ayrılmış bu sevdiği iki insanın, sırlar odasına gitmiş. Kalbine sorduğunda sorusunun cevabını hep tertemiz almış. Sonra çağırmış sarayın bilgesini ve rüyacıyı yanına… “Ben bu ülkeyi en güzel şekilde yönetmek istiyorum, ben buna niyet ediyorum. Bakın yıldızlara, yorun son bir yıllık kraliyet rüyalarını, aldığım eğitimler, öğrendiğim diller, maharet ve yeteneklerim yeter mi, yapabilir miyim sizce? Söyleyin bana. Yalan olmasın sözlerinizde. Sonra birlikte kâhine gidelim! Ne olacaksa olsun. Ülkemde aç kalmasın doysun. Güneşin hallerini bitmez enerjilere çevirelim. Üretelim. Erkeklerimiz, kadınlarımız yaşamaya korkmasın. Çalışalım. Atalarımızdan kalanları koruyalım. Düşmanımızı yeneceksek aklımızla karşılarında duralım!”

Rüyacı bir yıllık yorumları önceden yapmış. Bilge de kızcağıza fark ettirmeden öğreten insanmış zaten. İkisi de Saygıyla eğilmişler Sultana’nın önünde. Sultana da onların önünde eğilmiş. Bilgi ve bilgelik hiçbir hükümdarın önünde eğilmez. Gerçek eğilenler, bilgi ve bilgeliğin değerini bilenlerdir!” demiş. Birlikte kâhinin yıldız tozu kaplı odasına gitmişler. “Geciktiniz” demiş kâhin gülerek. “Sorunuzu dün bekliyordum. Baktım. Ne kadar bilgim varsa hepsini tarttım. Rüyasına da yattım. Doğruyu söylemek gerekirse matematiğiniz zayıf, sesiniz de otoriteden eksik. Kalbiniz hassas, merhametiniz de kullanılabilir. Lakin niyetiniz güçlü, kararlarınız bükülmez, sevginiz de leke tutmaz, gururunuz karar ve yerinde, sözünüz üzerine de kimse söz edemez bence. Eksiklerin hepsi düzelebilir. Bu ülke sizinle çok güzel yönetilebilir.” demiş. “Günün birinde hiç gidilmeyen yerdeki yere giden, hiç geçit vermeyen topraklardan geçebilen, kimsenin bilmediği bitkilerin yetiştiği dağlarda ilaç işleyen halkınız olacak. Siz yön verebilirsiniz. İyilik baki, güzellik ruhta kalıcı, hükmünüz de daim olacak. Kaf dağının en tepesinde de bayrağınız dalgalanacak!” deyince, mutlulukları daim olmuş.

Prenses Sultana, ülkesinde şifa okulları açmış, çöl bitkilerinden ilaçlar yapan halkı da bir daha kötülüklerle hiç uğraşmamışlar. Güneşe engel konulmamış, enerjisini faydalı şekle dönüştürmüş insanlar. Gündüzleri de rahat çalışabilecekleri yerler, yapmışlar. Bilinmedik topraklar keşfetmişler, kendi ülkelerine sığınanlara Sultana çalışabilme imkânı verince kötülükler kaybolup gitmiş bunca güzel işin içerisinde.

Gökten üç elma düşmüş. Biri bilgiyi sünger gibi alan beyinlere, diğeri sevgiyi yayabilen kalplere, bir diğer elmayı da yıldızların dilini çözenlere, sen yapabilirsin diyenlere bağışladım. Cesaret, sevgi ve şifa ola…

 

Start typing and press Enter to search

Skip to content