ÇEVİR KAZI YANMASIN SÖZDE HİLAF KALMASIN

Print Friendly, PDF & Email

Yazarın Kendi Sesinden Dinle

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Fırıncının küreği korkanın yüreği yok. Oduncunun baltası denizcinin oltası yok. Yokları art arda sıralarsak vara vara ya Van’a ya da Muş’a varırız ki sonunda bir somun ekmeği yok. Sora sora Bağdat’a ve doğruya varırız ki yalanın tutarsızlığı çok. Bir söz duydum ki başı yalan, sonu yalan, var biraz da sen oyalan. Çevir kazı yanmasın, sözde hilaf kalmasın. Hilaf yalan demektir. Af da; gönülden gerektir.

Vakti zamanında Kaf Dağı’nın eteklerinde bir kaz çobanı yaşarmış. Herkesin kazlarına alır otlatır, günü geldiğinde de getirir evlerine teslim edermiş. Önce yeşili bol alı al, bir köye gidermiş sonrasında akı çok moru mor bir başka köye. İşte böylece ya sarısına bağına ya mandıracının sütüne, ayranına gezer dururmuş.

Ne diyorduk. İşte bu ilk vardığı yeşili yeşil, alı al köyün bir ağası, ağanın da üç evladı varmış. İkisi erkek biri kız. Anaları en küçük kızı dünyaya getirdikten sonra ölmüş. Ağa da bir daha evlenmemiş. Ama gittikçe güçten düşmüş, hastalanmış, neredeyse ölüm döşeğindeymiş. “Erkekler başlarının çaresine bakar ama benim güzel kızım ezilmesin, üzülmesin, yaşı gelmişken de gitsin yuvasını bulsun” diye evlendirmeye karar vermiş. Bu güzel kızının gönlü de, köyün en yiğit delikanlısında imiş. İşte o yiğit delikanlı ile kızını evlendirmiş. Düğün dernek, derken; iki gönül bir olmuş. İki gönül bir olunca samanlık seyran da olsa, ağa kızı olanın ne eksiği ne gediği olmaz elbet; evinde obasında… Gül gibi geçinmeye başlamışlar.

Günler birbirini izlemiş bu güzel birliktelikten ağanın iki torunu, yani kızın iki güzel yavrusu olmuş. Ama abileri ne evlenmişler, ne çocukları olmuş.

Eşiyle geçimi iyiymiş. Çocukları dersen hayatlarının mutluluk kaynağı… Hangi masalda var her şeyin tam kararında gittiği? Kızın tek derdi abilerinin evlenmeyişiymiş. “Ne babamın toprağı, ne damı, ne yastığı… Abilerim evlensin, hepsi onlara feda!” dermiş. Çok severmiş abilerini.

Kız ne kadar çok severse abilerini, abileri de kardeşleri için o kadar kötü şeyler düşünürlermiş. Çünkü işler abilerinin gözünde hiç de göründüğü gibi değilmiş. İki çocuğu olan bacılarına eskisi gibi can diye değil de; miras bölünecek diye kötü ortak gözüyle bakıyorlarmış.

“Bacımız evlendi, çoluğa çocuğa karıştı. Mirastaki hakkı gittikçe artıyor” diye içten içe hayıflanıyor, birbirlerini doldurup, kızcağızın iyi kalbine hiç ama hiç güvenmiyorlarmış. “Bacımız el pilavının tadına baktıysa huyu değişmiştir. Evlendi de malımıza ortakçı getirdi. Yetmedi iki de çocuk yaptı, en büyük payı alacaklar akılları sıra” diyerek kendi aralarında konuşup, akla hayale gelmeyecek kötü şeyler düşünürlermiş. Kız kardeşlerinin ise bundan hiç haberi yokmuş.

Kızcağız bir gün yine erkenden kalkmış iki çocuğunu doyurmuş. Onları doyururken de “Veren Allah üçüncü kardeşi veriyor size. Bereketiyle gelsin inşallah evimize!” deyip büyük ibriği almış, evlerine su getirmek için çeşmeye kadar gitmiş. Canı bir balkabağı istemiş ki, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Ne de olsa aşermek haktır. Nerede var nerede yok bir balkabağı görmüş yolda… Balkabağı daha hammış. Yine de koparmış almış koltuğunun altına. Abileri de çeşmenin başındaymış. İş olsun diye sormuşlar:

“Bacım var mı bir isteğin?” Kızcağız da;

“Yok, ne olsun, duacıyım” deyip geçmek istemiş. Canının istediğini dillendirip söylemek, hele de “Bir yeğeniniz daha olacak ben gebeyim demek” o dönemde günah değil de ayıpmış.

“Bak hele yüzümüze!” demişler; utana sıkıla abilerinin yüzüne bakmış kız.

“Niye suyu tepeleme doldurmadın?” demiş büyük ağabeyi. Kız başını yere eğmiş, kızarmış.

Diğer abisi sormuş bu kez “O kabak daha olmamış ki niye kopardın? Yenilmez daha o!” diyerek kızcağızın üzerine gitmiş iki abisi de… Anlamışlar kardeşlerinin gebe olduğunu. Kalplerinin süveydası daha da bir kararmış. Kızcağız da utana sıkıla evine çocuklarının yanına gitmiş.

Büyük abi demiş ki küçüğüne “Gördün mü bacımızın kirpiklerini? Çift çift olmuştu, yine yüklü anlaşılan.” Küçüğü atılmış hemen “Mirasımız bölünecek. Bir kişi daha geliyor. Ne senin var, ne benim. İkimiz de evlenmedik. Bugün yarın babamızın canı çekilecek.” Diye konuşurlarken aynı anda “İyisi mi biz bu kızdan kurtulalım!” diyerek önce bir karara, kararın ardından sonu tuzak olan bir yola baş koymuşlar.

Ertesi günü beklememiş, o an o dakika kız kardeşlerinin yanına varmışlar. Madem Senin canın kabak istiyor beraber gidelim, en olmuş kabağı bulalım. Sen taşıyamazsın kabak büyük olur, biz getirelim” demişler. Kızcağız da bir sevinmiş ki sormayın gitsin. “Peki, bekleyin çocukları hazırlayayım” demesine kalmamış iki abisi de “Hemen geliriz, kalsınlar bir şey olmaz. Hemen gider geliriz.” diye kandırmışlar bacılarını…

Kız önde, abileri arkada epeyce bir gitmişler. Ne kabak, ne bostan. Kupkuru bir toprak! İlerisi de yeşil bir tepe; onda da kımıldamıyor bir yaprak… Tepe gelmiş aşmışlar. Dere gelmiş geçmişler. Ne buldularsa ağaçta, yemişler. Hangi gölet temizse suyundan içmişler. Ormanlık bir yere varmışlar.

Kız öyle yorulmuş ki, adım atacak hali, dinlenmezse çıkacak nefesi kalmamış. Yorgunluktan, gözleri kapandı kapanacak. Abileri demiş ki “Sen bacımızsın. Yoruldun dinlen şuracıkta. Biz kabağın en âlâsını bulur, gelir seni alırız.” Diyerek, onu bir ağacın dibinde uyur vaziyette bırakmışlar. Uyanırsa yolu bulamasın diye de yol boyu taşların yönünü yerini değiştire değiştire köylerine gitmişler.

Kız bir uyanmış, çoktan gece olmuş. Soğuktan titriyormuş. Ne çevrede bir ışık, ne gökte ay! Kalakalmış karanlıkta. Ama Allah büyüktür. İşleri de kul işine benzemez. Kaz çobanı da meğer işini bitirmiş dağlardan dönüyormuş. Yeşili bol alı al köyden, akı çok moru mor diğer köye gidiyormuş. Kızın halini acımış. Kız donmasın diye abasını vermiş kıza. Kazların arasında kıza da yer bulmuş. Evi yokmuş ki evine götürsün, mecbur yolculuğunda gideceği köye götürmüş.

Varmışlar akı çok, moru mor köye… Çoban kazları teslim ederken köyün ağasına kızı göstermiş. “Senin evin sıcaktır. Hazırda aş da vardır.” diyerek kızı köy ağasının evine bırakmış. Köyün ağası kıza “Sen kimin nesisin? İyi insan olsan bu saatlerde dışarılarda olmazsın” gibi sözler edince kız incinmiş. Anlatsa abilerinin kendine ettiğini, koskoca ağa çocukları yakışık alır mı? Kız bakmış ki ağanın düşünceleri kötü, bu köyün ağası babası gibi değil. Hiçbir şey dememiş. Babasının ağalığına, abilerinin abiliklerine laf gelmesin diye susmuş, yutmuş. Gel olmuş, git olmuş. Zaman akmış; epeyce bir zaman geçmiş. Yeni gelen bebek bereketiyle gelmiş. Köyün göğünde turnalar uçmuş. Kazlar fazla fazla yumurtlamış. Hastalar iyileşmiş. Göletler kuyular dolmuş su ile… Velhasıl kelam çocuk, en başta annesine iyi gelmiş.

Köyün ağası bakıp bakıp bu çocuğa “Ne güzel bir çocuk, hiç kötü bir kadının çocuğuna da benzemiyor. Kadını da tanıdık. Hırsız desem hırsız değil, uğursuz desem uğursuz değil. Nursuz desem nursuz değil.” diye sık sık kadını düşünür olmuş. Gelip gidip kadını gözetlemeye başlamış böylece. Bir gün kızcağız ninniler söylerken bebeğine dediklerine kulak kabartmış.

Yeşili bol alı al köyün

Dünü kara yarını ışıl köyün

Bir evladı sen olacaktın

E bebeğim eeee e

İki dayın vardı mal da gözü

İki kardeşin vardı sütte özü

Bir deden vardı toprak mı üstünü örttü

E bebeğim eee eee e

Bir yiğitti baban,

Biçare idi anan

Aşerdiği kabağı bile

Bulamadı bir çoban

Eeee bebeğim eee eee

Akı çok, moru mor köye geldi

Ağanın insafında yüreği kalbi

Büyürsen bahara gideriz belki

E bebeğim eeee e.

Kapı aralığından bunların hepsini duyan ağa kızın hayatına dair her şeyi duymuş. Temiz pak olduğuna ikna olmuş. Öğrendiklerine üzülmüş ama bildiğini söylese kız da gidecek evinden, çocuk da… Haberi yokmuş gibi davranmayı seçmiş. Ben bununla evlenirim deyip hiç sesini çıkarmamış. Bilmiş bilmezlikten gelmiş, duymuş duymazlıktan. Uygun zamanı beklemeye başlamış ki kızı nikâhına alsın.

Bu sırada kardeşlerinin kaçtığını söyleyen iki kardeş de evlenmişler, çoluğa çocuğa karışmışlar. İşte o sırada da babaları rahmetli olmuş. İki erkek kardeş de köy köy dolaşıp ağırlıklarını, artık kendilerinin ağa olduklarını ilan etmişler.

Sıra bu ağanın köyüne gelince “Vakit geçmiş, burada konaklayalım.” demişler. Kızcağız görmüş, tanımış abilerini; oysa abilerinin akıllarına bile gelmemiş kızcağızın yaşadığı.

Ağa da razı olmamış iki yiğidin gece geç vakit gitmelerine. O dönemlerde herkes misafire büyüklüğünü gösterirmiş. Sofrasıyla, yatağıyla, güler yüzü ile en iyisini sunarmış konuğuna…

Hava da biraz serinmiş. Yakmışlar en büyük odayı. Bir tane kazı koymuşlar şişe takıp ortadaki sobaya… “Kaz çevrilirken birisi de bir hikâye anlatsın.” demişler. O zamanlarda kim köye konuk gelirse onu ağırlamanın bir yolu da hikâye anlatmaktan geçermiş. Sıcak ortamı görünce yemişler içmişler kendi seslerinden vazgeçmişler. “Kaz kızarıncaya kadar, gece uzun kim bize bir hikâye bir masal anlatacak?” demişler yine. Kız tanınmamak için yüzünü gözünü o kadar çok örtmüş ki sadece abileri değil ağa ve çoban bile kızı tanıyamamışlar.

Kız “Ben anlatırım” deyince “Anlat o zaman” demişler. Kız da “Ben anlatırım anlatmasına ya, ben bu hikâyeyi anlatırken kimse buradan çıkamaz. Aç olan varsa karnını doyursun. Susuz olan varsa, işte su burada buyursun. Ne çişi gelen çıkabilir, ne işi olan gidebilir. Razıysanız anlatırım bir masal, ne altın isterim sonunda ne de kaval” deyince herkes meraklanmış.

Kimi hemen su içmiş, kimi birazcık daha yemek yemiş, kimi alelacele ayakyoluna gitmiş, kimi de çabucacık işini birisine devretmiş; gelip oturmuşlar o sıcak odaya. Kurulmuşlar kazın çıtır çıtır kızardığı sobanın çevresindeki minderlere… Kız başlamış anlatmaya

“Zamanın birisinde bir ağa varmış. Bu ağanın da üç tane evladı… Anneleri üçüncü evladı dünyaya getirirken öldüğü için üç kardeş birbirlerine bakmışlar, birbirlerini büyütmüşler. Babaları da eksik etmemiş ihtiyaçlarını. Günler günler geçmiş. Üçüncü olan çocuk kız imiş. İnsan yavrusu çabuk büyür, kız da büyümüş. Köyünün en iyi adamıyla babası onu baş göz etmiş. Sonra iki güzel çocuğu olmuş bir gün çocukları evde iken kendisi çeşmeye su almaya gitmiş. Yolda da olmamış bir kabak bulmuş.”

Buraya kadar hiç seslerini çıkarmadan dinleyen iki ağabeyin büyüğü birden hareketlenmiş. “Bir ayakyoluna gideyim” demiş; “Yoooooook yok!” demiş kız. “Ben ne demiştim? Ne işi olan, ne çişi olan gidemez bir yere! Masal bitsin hele! Çoban kardeş çevir kazı yanmasın sözde hilaf kalmasın…”

Diğerleri de hak vermişler kıza… Çevirmişler kazı, “Masal bitsin öyle git” deyince ağa da; mecbur kös kös oturmuş büyük abi! Kız devam etmiş anlatmaya…

“Kabak daha olmadığından, ibrik de dolmadığından abileri anlamış kızın yüklü olduğunu. İçlerindeki kötülük kabardıkça kabarmış. Kızın günahına girmişler. Olmuş kabak bulacağız diye kandırıp bir dağ başında uyutup kız kardeşlerini, kaçmışlar. Kız yolunu bilemesin, bulamasın diye de taşların da yolunu şaşırtmışlar” der demez küçük abisi “Ben, ata bir su vereyim” demiş. Kız “Yok yooooooooook. Ne demiştim ben? Ne suya, ne koşuya masal bitmeden kimse çıkmasın dışarıya. Çoban kardeş sen de çevir kazı yanmasın sözde hilaf kalmasın” deyince; kaz çevrilmiş, ayağa kalkan abi de oturmuş haliyle. Kız da yerinde hafifçe doğrulmuş anlatmaya devam etmiş.

“Kız karanlıkta kalınca yolu kurt kuş sarınca, öldürmeyen Allah öldürmez. Bir çobana rast gelmiş. Çoban buna acımış, abasını vermiş. Çoban abası üstünde, bir köye misafir gelmiş. Gece gelen kadına iyi gözle bakmayan sözde iyi, bir ağası varmış bu köyün. Ne zordan anlarmış, ne zardan. Halden mi anlayacak? Gel zaman, git zaman kızı inceden inceye izlemeye başlamış. O yüzden kız yüzünü karalara bulamış ki kendisini beğenmesin. Güzelim saçlarını kesmiş atmış ki saçından kendisini seçmesin. Zaman geçmiş, kızın karnındaki insan meyvesi olgunlaşmış, dünyaya gelmiş. Bir tatlı çocukmuş, herkes gibi ağa da onu seviyormuş. Annesi ninni söylerken kapının aralığından hep onu dinliyormuş” deyince köyün ağası da toparlanmış yavaşça “Ben demiş gideyim. Galiba ışığı açık bıraktım. Kız eliyle kesmiş ağanın sözünü “Yok yok yoooook . Ne ışığı açık olan, ne keçisi kaçık olan; ben masalımı bitirmeden kimse çıkamaz buradan. Çoban çevir kazı yanmasın sözde hilaf kalmasın” deyince herkes ağaya dik dik bakmış. Kıza da “Haklı” demişler. Ağa da oturmuş sessizce yerine… Devam etmiş kız:

“İşte böyle, köyün ağası da aynı kızın abileri gibi kötü kalpliymiş. Kötü kalbi olanın tarlasında ne ot biter, ne ahırında hayvan barınır. Göğünde kuş bile uçmaz. Kötü kalpli olanın kalbinde sevgi yer bulmaz. Her şeyi bilip de susanın hiçbir köyde yeri olmaz!” demeye kalmamış, çoban ayağa kalkıp gitmek için hamle yapmış. Çevir kazı yanmasın sözde hilaf kalmasın bile diyememiş kimsecikler. Çünkü kaz çoktan yanmış. Herkes dersini almış.

Abileri kız kardeşlerini alıp, yanlarında köyün ağası ile birlikte götürüp kocasına ve çocuklarına teslim etmişler. Küçük çocuk da gittiği her yere doğruluk, iyilik ve düzen getirmiş. Ağa yaptıklarına, sustuklarına çok pişman olmuş. Abileri de zaten çok önceden üzülmüşler bu kadar kötü şeyler düşünüp, bu kadar kötü şeyler yaptıklarına. Çünkü onlar da bu süre içerisinde evlenmiş ve çocuk sahibi olmuşlar. Kardeşlerine yaptıklarının fenalığını utançlarından birbirleriyle bile bir daha konuşamamışlar. Gökten üç elma düşmüş. Biri derleyene, biri derletene, birini de okudum üfledim nazardan uzak masal dergisine bağışladım.

Güler Alkale’nin belleğinden Mehtap İnan’ın kaleminden.

Start typing and press Enter to search

Skip to content