ÜÇ ELTİ
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Don değiştirirmiş bir ağacın dibinde
Gözleri mahmur kalbi mağrur
Yaşına göre pek cesur
Ağa derler babasına
Düştü hayallerinin yakasına
Kaşlarının karasına
Gidecek bir gün bacısına
Varmış gitmiş gün boyu
Dönmüş bakmış ardına
Gide gele bir arpa boyu etmemiş
Son pişmanlık fayda etmemiş
Bu masal da var bir ders
Ben söylemem buyur sen seç
Rüyasında gördüğü
Hayırlara çıkar elbet
Üç eltidir kahramanları
Kapılar açmış yolları
Biri kavuşmuş hakka
Keyifden naralar ata ata
Bazılarını dert söyletir
Onları da inletir
Bazen küskün eyletir
Sonumuzu hayırla bitir
Bir zamanlar siyah güllerin çok olduğu, kargaların göklerde uçtuğu, boş seslerin insanları bastırdığı bir diyarda üç elti yaşarmış. İşlemeli sandıklarından yemenilerini, atalardan kalma incileri, süslü patiklerini alıp bir araya gelmişler. Bir gün başlarına gelen bir felaket onları bir kalp de birleştirmiş. Güzel yaradan ne yapmışsa güzel eylemiş. Bütün sıkıntılardan arınıp olmuşlar üç kardeş. Kime sorarsan bu kadınlar çok çekmiş. Baba ocağının prensesleri el evinde köle edilmiş. Kalk demiş kalkmışlar, yat demiş yatmışlar, otur deyince oturmuş uyu deyince dalmışlar. Lakin düzen böyle gitmemiş. Üç elti mutsuzluk ve huzursuzluğun içinden galip çıkmayı bilmiş. Gel görelim başlarından neler geçmiş.
Dağların sıra sıra dizildiği bir diyarın berisinde ki sarayda kral ve kraliçe yaşarmış. Güçleri ötelerden duyulur, güçsüzlere korku salarmış. Gösterişli sarayın sahibi karı kocanın üç oğlu ve bir kızı varmış. Evin etrafı kırmızı güllerle çevrili, miski amber kokusuyla taçlandırılmış. Emirlerinde bir sürü hizmetlisi olduğundan bütün gün yiyip içip yatarlarmış. Lakin bu üç oğlanın da evlilik vakti gelmiş çatmış. Erginlenen delikanlılar yanına süvarileri alıp kaderlerinin peşine düşmüşler. İki büyük kardeş beğendikleri prensesleri alıp saraya gelmişler. Saray da üç gün üç gece şenlik edilmiş. Prensesler mutlu, prensler de eşlerine düşkünmüş. Her şey güllük gülistanlık giderken üçüncü kardeşlerinin işi bir türlü rast gitmezmiş. Bir gün uzaklarda ki komşularına haber yollamış küçük kızlarını istemişler. Ama bu kızın saçından büyük hayalleri varmış.
“Komşun olursa kral, Soran olmaz sual!”
Aşmış bayırı, ardında bir sürü atlı. Saraya varana dek kuşların sesinde dinlenmiş. Bir güz gününe hayallerini kilitlemiş. Varmış oraya almışlar güle oynaya. Üç gün üç gece şenlik edilmiş. Yaşamın manası neyde saklıysa bulmuş gibi şartları zorlamışlar. Düğün sonrası sabah ayınca kahvaltı masaları kurulmuş bir kuş sütü eksikmiş. Ormanın bereketli ağaçlarıyla gölgelenmişler. Sanki güneş şahlanmış da kendi kudretini göstermek ister gibi parlamış da parlamış. Anne sütünün tertemiz haline eş olan bulutlar gizlenmiş. Ayaklarına değecek taşlar sırlanmış. Sanki gök baba ve toprak ana bugün için sözleşmiş. Kainat bu güzelliğin karşısında seyre dalmış. Üç eltinin yanakları taze bir kan kadar al al olmuş. Damarlarındaki asalet ortama denkmiş. Esen nazlı rüzgar da Küçük eltinin belinden saçları süzülürken karşı ağacın altında bir gölge fark etmiş. İstemsizce koşarken bir yandan da diğer eltiler eşlik etmiş. Koca söğüt ağacının altında seyre dalan geyikler ne de güzelmiş. Kocaman sürmeli gözleriyle bir bir eltileri süzmüşler. Tevafuk bu ya! Geyikler de üç taneymiş. Bir geyik bir insanın yanında nasıl dostça durur diye şaşmış kalmışlar. Her bir geyik nazlı boynuzuyla bir eltiye sürtünürken dilleriyle mırıldanmışlar. Fakat çok sürmeden Prenslerin yaklaşmasıyla oradan kaçmışlar.
Aşk sarhoşluğunun bu kadar kısa süreceğini kimse bilmezmiş. Aşkın şarabı da olsa gelip geçmezmiş. Bir dolunay gecesinin sabahı garip bir güne uyanmışlar. Gök kararmış, yer alçalmış, her taraf buram buram küf kokarmış. Bu tuhaflığın içinde prenseslerin kocaları da sırra kadem basmış. O sabah her sabahtan farklıymış. Uyudukları saray bir yalana açılmış. Kral, kraliçe ve evin prensesi her şey bir bir ilk günlerinde ki hallerine çevrilmiş. Güzeller güzeli kraliçe eski püskü giyimli, saçı başı dağılmış bir ihtiyara dönüşmüş. Kralın burnu öyle uzamış ki kapılara sığamamış. Prensesin yüzünde kocaman kahverengi benler belirmiş. Evin etrafı siyah güllerle çevrilmiş. Kara kargalar havada cirit atmış da ev ahalisini esir eylemiş. Üç elti bu duruma şaşmış kalmış. Bir anda kendilerini hizmetçilik ederken bulmuşlar. Şehirlerinin prensesiyken birden farklı hali almak kendilerini fena hissettirmiş. Lakin gelenin yaradandan olduğunu bilip imtihan deyip sabretmişler. Günler geceleri kovalarken ev halkının gaddarlığı tak ettirmiş.
Bir gün görümcelerinin benlerinden düşen kurtlar evi sarmış. Üç elti yüksünmeden tüm evi silip süpürmüş. İkinci gün kralın burnu gittikçe uzamış. Şikayet etmeden evin kapılarını çıkarmışlar. Üçüncü gün ana kraliçenin gri saçları öyle uzamış ki güllerin sarmaşığıyla yarışmış. Onlar da yorulmadan saçlarını kesmişler. Bu günler birbirini tekrar etmiş. O gecelerden birinde herkesi uyuttuktan sonra usulca bodrum katında inmişler. Lambalarını açıp konuşmaya başlamışlar. En küçük elti onlara bir hikaye anlatmış. “Bir zamanlar hayvanlar insanlarla arkadaşlarmış. Bazen bir oğulu kurdun emzirdiği söylenirken bazen de bir geyiğin dağların koruyucusu olduğuna inanılırmış, mış, mış!” Daha cümlesini tamamlayamadan düşüncelere dalmış. Gelinler ne olduğunu anlayamazken dilinden şiir gibi inciler süzülmüş…
Ben çıkarım karşına
Sen getir hatrına
Dara düştüğünde hatırla
Bir geyik olarak gelirim yanına
Don değiştirdi de bana
Bu dediklerimi unutma
İşte tam da o an babasının gümüş sözleri nazarına takılmış. Diğer elti sevinçle tamamlamış. “Ee öyle ya hiç bir şey sebepsiz değilmiş.” Benim babam böyle derdi belki de bunu demek istemiş. O an bir karara varmışlar. Ne olursa olsun prenses olduklarını unutmayacak öz benliklerini kaybetmeyeceklermiş. Bir geyikle kendilerine gelen üç eltinin merhemi yine kendisiymiş. Kim unutursa hatırlatacak, hatırından çıkana seyirci kalmayacakmış. Yerde buldukları taşları alıp birbirlerinin göğüslerine bağlamışlar. Boynuzun sivriliği gibi nefes aldıkça birbirlerini anımsayacaklarmış. Çünkü her yaşayan kendine göre çok özelmiş. Oturup birbirlerine söz vermişler. Bu söz kalplerini bahar bahçesinde uçuşan yapraklar gibi taze eylemiş. Her gün üçü sırt sırda verip sıkılmadan ev işlerini yapmış, dökülenleri toplamış, sığmayanları kırmış, uzayanları kesmişler. Kimin taşı ağır gelse bir diğeri başka bir taşla yerini değiştirmiş. Zaman geçtikçe kasımpatılar çıkmış, yerini beyazlara bırakmış. Karınları burnuna gelip minik prensleri dünyaya getirmişler. Prensler büyüdükçe babalarını merak etmiş. Annelerinin anlattıklarına boyun eğip başlarına geleni kabul etmişler. Kargalar evin üstünde havalandıkça yıllardır kimseler dışarı gidememiş.
Ta ki o güne dek! Bir gün en ufak prensin ölüm haberi gelmiş. Bunu duyan ana kraliçe ve baba kral oracık da vefat eylemiş. Küçük gelin kaderine razı gelmiş. Anasız babasız kalan görümce, buhranla benlerini yüzünden kazımış. Bir hışımla kendisini yukarıdan aşağı atmış. İşte o an tam da o an o görümce güzeller güzeli prensese dönüşmüş. Ardına bakıp üç eltiye veda etmiş. Prensini bulmak için başka diyarlara sefer etmiş. Üç eltinin tüm sıkıntısı bir anda gitmiş. Benliklerini unutmayan üç elti, toprak nefes alınca ev saray olduğu günlere evrilmiş. Yağmur taneleri gibi hızlanan gidişin neyi doğuracağını bilememiş. Bir pencere kenarında bekleyen çocuk kadar meraklı gözlerle izlemişler. Siyah güllerin yerini kırmızı güller almış, kargalar yerini al güvercinlere bırakmış. Harabe evin üç eltisinin yırtık pırtık kıyafetleri yenilenmiş, boyunlarında inciler belirmiş. Öyle güzel olmuşlar ki birbirlerini tanımakta güçlük çekmişler. Geyikler sarmış evin etrafını. Rahmi bir süreç doğmuş. Yer köklenmiş ev dile gelmiş.
“Çok eskilerden beri buralar kırmızı güllerle çevrili bir yermiş. Ta ki bir gün bu aile evin sahibi olup insanlar ve hayvanlara kötülükleri arttırınca o gün de gök ev ahalisini büyülemiş. Ne zaman üç eşikten geçer, evin içi üç prensesle dolar, üç prenses don değiştireni fark eder de bu insanlara sabrederse o gün ev ve evin içindekiler bu sınavdan galip çıkabilirmiş.”
Olanlar gidene olmuş, kalanlar kehanetin gerçekleşmesine şahitlik etmiş. Üç elti oracık da sarılıp bir oh çekmiş. Kim olduklarını, nereden geldiklerini unutturmamak bu günlere gebe kılmış. “İnsan bilirse kendini, bildirir seni ötesi!” Bu ev de üç prenses üç küçük prensleriyle mutlu huzurlu yaşamışlar. Komşu diyarlara haber salıp herkesle arkadaş olmuşlar. Fakirlere konaklaması için bir durak, dervişler için bir dergâh, kaybolanlar için duraklamak, hayalleri tükenenler için fısıldayan ev olmuşlar.
Onlar ermiş muratlarına
Biz çıkalım kerevetine
Onlar tutunsun hatıralarına
Biz gidelim düş peşine