MUTFAKTAN MASAL KOKUSU GELİYOR…Ay pardon, Tarçınlı Cevizli Kek İmiş…

Print Friendly, PDF & Email

Tarçınlı cevizli kek sever misiniz? Hayır hayır, paketli olanlarından bahsetmiyorum elbet. İçine üç yumurta kırıcaz önce. Sonra göz kararı biraz süt, tatlı olsun diye de bolca şeker…Bu yazının devamı tarife girer! Zira amacım bu değil. Gerçi ne de güzel olurdu şimdi, sıcak sıcak, dumanı üstünde bir tabak kek. Öyleyse yapalım mı en lezzetlisinden bir tane. Tarif, defterinizde! Karıştıralım o vakit listedekileri. Olacak mı peki en güzeli?

Hepsini öylesine karıştırınca olmuyor değil mi? Tüm malzemeleri iyice ve yeterince bir araya getirmek gerekiyor. Özen istiyor, biraz da zaman… Masallar da öyle değil mi? “Bir varmış bir yokmuş” ile başlayıp “Az gitmiş uz gitmiş”i kullandık diye de masal anlattık olmuyor. Kek tarifiydi harekete geçiren bizi, iştahımızı kabartan. Peki, neydi onu lezzetli yapacak olan? Önce yapmayı istemek gerekiyor galiba. Yoksa hazır yapılmışlarını almak da zor değil. Ama emekse huzur verecek olan, evi saran misler gibi kokusu olacaksa şifa “Amaan, kek istediler, bi yapayım…” ile de olmuyor. Masal anlatmak da öyle aslında. “Haydi, hünerlerini göster, anlat bize bir masal.” dediklerinde anlatıcı neyi seriyor acaba önlerine. Karşısındakilerin duymak istediklerini mi yoksa “Anlatıp kurtulayım.” diye içinden geçirdiklerini mi? Aktarmak için bunlar yeterli olanlar belki de…

Peki ya anlatmak? İçten gelmez mi o? Taa yürekten…Önce olayları içine sindirmek; içine, taa derinlere almak, sonra tıpkı yaşamış gibi hissederek kelimelere dökmek. Sanki olaylar yaşanırken “Ben de oradaydım, oradan biliyorum.” hissini vermek. Demem o ki masal, başkaları isteyince değil de anlatıcı gönülden isteyince anlatmayı, o zaman masal.

Tarife dönelim…Tüm kek tarifleri üç yumurtayı kırmakla başlar değil mi? Sonra şeker, sonra süt. Öylesine kır, dök ile de olmaz. Yumurtaları dikkatle kırmak gerekir, bu tecrübeli olanlar için kolaydır aslında. Yumurta kabuklarının parçalarından biri dahi düşmez kaba. Ve bilirler ki yumurtayı en az on dakika çırpmak gerekir; beyaz rengi alıp köpürene kadar. “Köpürene kadar…” Anlatıcılar da “Evvel zamandan kalbur samana” diye başlarken tek tek hissederler dinleyicilerin yüreklerini. Öyle bir ustalıkla ayırırlar ki onları gerçek hayattan…Şimdiki zaman ile geçmiş zaman arasında incecik bir perdeyi çekiverirler. Dinleyicileri alıp bir masal anlatımı vakti kadar masal diyarına götürürler. Kelimeleri özenle seçer anlatıcı. Geçmişten getirir seçtiklerini. Heybesinde yoksa dinleyicinin dağarcığını genişletir. Geleneklerle -hani unutmaya alışık (!) olduğumuz, uzaklaştıkça üzülmüş (!) gibi yaptığımız, “Ah nerde o eskiler…” gibi efkârlı sözlerle hatırladığımız hani – işte tam da onlarla buluştururlar. İşte böyle köpürtür tüm değerleri anlatıcı, dinleyicinin ruhunda. Tam da tarçınlı cevizli kekin lezzetli olması için yapılması gerekenler gibi…

Yumurtalar köpürünce şekeri, sütü, unu sırayla ekler bizim mutfaktaki canı kek çeken. Yine iyice birbiri içine geçmeden malzemeler, diğerine geçmez. Sırayla, özenle ve aheste aheste. Anlatıcı da olayları sırayla vermez mi masalda? Dinleyici olaylar silsilesinde bir olayın içine girer, hisseder sonra bir diğerine geçer. Belki bir zincirdir gözle görünmeyen anlatıcının uzattığı ve zincirin hiçbir halkası açık kalmamalıdır. Birbirine bağlı iç içe geçmiş olaylar sonunda anlatıcının noktasıyla son bulur. Sözcükler varmıştır çıkış kapısına.

Bu güzel yolda sözcükler de değildir anlatıcıya eşlik eden, dinleyicileri içine çeken, onlara masalı yaşıyormuş hissi veren. Anlatıcının ses tonu, hâl ve hareketleri, oturuşu da önemlidir. Çok aşırıya gitmeden, kıvamında belki de bir tutam serpilendir anlatım üzerine. Tıpkı kekin içine atacağımız ceviz, vanilya, kabartma tozu gibi. Bir tutam. Fazlası tadı da bozar, mideyi de zira…Kıvamında…

Sıra bu çiğ hamuru sindirebilme aşamasına gelir elbet. Bunun için pişmek gerekir. Her varlığın pişme derecesi farklıdır da…Bazıları yıllarını verir, bazıları dakikalarını. Bazen yapılan bir yanlış hayatımızdaki doğruyu karşımıza çıkarır, bazen de başkalarının yaşantıları ibret olur, yol gösterir, örnek olur. Anlatılanlardan ne anladığımız da aslında ne kadar anladığımızla alakalıdır. Anlamak masraflı iştir derler…Çaba gerektirir. Anlamak için hissetmek gerekir. Yürekten dinlenilmişse eğer masal, yüreğe çoktan da dokunmuştur içindeki mesel…

Ve artık hazırdır; dumanı üstünde bir tabak lezzetli mi lezzetli tarçınlı, cevizli kek. Ve artık hazırdır; gökten düşecek olan üç elma. Biri masalı anlatana, biri masalı dinleyene, ee biri de masalı yiyenlere gelsin 😊

 

Start typing and press Enter to search

Skip to content