SON HOROZ BÜKÜCÜ

Print Friendly, PDF & Email

Evvel zaman, geçmiş zaman

Döner içi dolu bir kazan

Üstünde dolanır kara yılan

Sarıp sarmalar beni her an

Çıkmış dama

Bakmış aya

Kafası dolanmış bir çuvala

Rengi dönmüş alacaya

Komşu’ nun gelini kaçmış kocaya

Bu işte var mıdır bir numara

Ben gelirim yayan

O gider ayan beyan

İmam çığırmış bir ezan

Nağmeler inmiş bacadan

Masal anlatacaklar toplansın

Sırasıyla ipler atlansın

Dilden gönüle aksın

Demlenen sözcükler şakısın

Koca sürahi düşler

Hep beraber dinlemişler

Misal içinden mesel

Diyardan diyara ömür süzer

Durmayan zamanların en geniş olduğu vakitlerin birinde düşlerin gerçeklere, gerçeklerin ete kemiğe bürünme gibi huyları vuku bulmaya başlamış. Gözlerinin çetinliğiyle kalabalıklara meydan okuyan kadının masalı işte tam da bu zamansızlık da doğmuş.

Evvel zamanların birinde bir hatun yaşarmış. Gözleri keskin olan bu hatundan köy halkı korkarmış. Neye baksa aklı kalır, neyi sevse gönlü akarmış. Gözlerinde ki çetin bakışların karşısında her şey yok olup gidermiş. İnsanlara birden çok zarar vermiş. Gördüğü her şeyi eritir, göz gezdirdiğini boylu boyunca devirirmiş. Köyde ki son horoz tükenene kadar bu böylece süregelmiş. Gözlerini süzdürdükçe hayvanatın sesi kısılmış. Sonunda üzerinde ki ağırlıkla hakkın yanında yerini almış. Hayvanları olan insanlar da bu duruma şaşmış kalmışlar.

Kısa boylu, irice kemikleri olan hatun, her sabah annesinin işlediği oyalı yemenisiyle günü aydırır, evini kabaca toplayıp köyü teftişe çıkarmış. Köy halkı alışkanlıktan sebep saat dokuzu gösterdiğinde kapısını, damını kapatıp ölü taklidi yaparmış. Çoluk çocuk kim varsa bu bakışlara maruz kalmamak için meydana çıkmazmış. Ee dile kolay halkın ağzı çok yanmış. Meşhur hatunun göz belertmesi huyundan kaçmak için çareyi saklanmak da bulmuşlar. Hatunun bakışları öyle cevvalmiş ki taş üstünde taş bırakmayacak cinsten! Hiç kimseyi bulamadığı vakit çiçeklerin yanına gider “her bir yaprağına hayran kaldığım çiçekler, söyleyin hele! Sizi kim sulamış da böyle latif olmuşsunuz!” diye iç geçirir. Güzelim çiçekleri ebedi hayata yolcu edermiş. Solan çiçekler bitimsizliğe bürününceye dek hatun gözlerini fener gibi açıp radarına birilerini sokmayı denermiş. Etrafında hiç bir canlı kalmayıncaya dek deli divane gezer, olmadı gökte ki güneşe göz diker. Kendi sıcaklığında kavrulan zavallı güneş dayanamaz da yağmurlar serinletmek için imdadına yetişir. İşte gözü maşalı bu hatunun evlerden ırak özelliği buymuş. Dert büyüdükçe oluklar doğarmış lakin bu köy de olaylar tersine akmış. Herkesler çıkmamış candan ümidi kesmiş. Horozu olmayan bir köy tuğlasız eve benzer derler ya işte öyle olmuş. Neşenin beti bereketi kaçınca günler de istemsizce akmış gitmiş.

Günlerden bir gün, hatun evine çekildiği vakit köyün kadınları gizlice bir ev de toplanmış. Konuşmuşlar, bağrışmışlar, ayılıp bayılmışlar. Üstüne demli çayı içip ciddi ciddi bir hal çare bulmaya çalışmışlar. Kapının çalmasıyla ortadaki esrar iyiden iyiye artmış.

Az biraz

Geçti enkaz

Kulağımda çınlar

Efsunlu bir hicaz

Başka bir hatun elinde bir horozla çıkagelmiş. Meğerse horozuna nazar değmesin diye günlerce evinde gizlemiş. Son bir çare diye saklamış horozu, koymuş dolabının en üst rafına. Horoz evi eşeleyince, refakati sona ermiş. Çıkmış gelmiş buraya, bekleyenler atlamış bu güzel manzaraya. Olduğu ortam da inci tanesi değerindeyse bir horoz kutlamak için herkes içer bir gazoz. Horozları ötmesin diye bir odaya kilitlemişler. Son horoz, bakışla bükülmesin diye halden hale girmişler. Geceyi böyle atlatıp sabahı peşi sıra getirmişler.

Hatun, sabah ayınca gezintiye çıkmış. Amma etrafında ne bir gül, ne bir gonca kalmış. Tam yüzünü dönüp güneşi terletecekken bir eşeleme deşeleme sesleri işitmiş. Bakınmış etrafına gözleriyle her bir yamacı eritmiş. Yemenisinden çıkardığı koca kulaklarını kapıya misafir edince konuşulanları duymuş sonunda. “Son horoz bükücü” gelecek nidalarını işitmiş. Komşuların titreme seslerini hissetmiş. Duydukları hiç de hoşuna gitmemiş. Halbuki o güne dek ne bakışının, ne de insanların ondan kaçıp gittiğinin farkındaymış. Kara kara düşünmeye başlamış. Gözlerinde ne fer kalmış ne şer. Yorganı başına geçirip başını yastıklara kapatmış. Adeta bir yengeç gibi kabuklarını evi saymış.

“Ne suçum vardı, ne günahım. Belki bilmeden dokundururdum nazarı!’ diye diye inlemiş. Lakin ettiği lafları, gördüklerine kalan aklı, her bir şeye içinin nasıl aktığı, aklının nasıl kaldığını hatırladığında içi cız etmiş. O hengâmeyle dalınca uykuya görmüş kabusu rüyasında. Koca bir kümes içinde hapsolmuş boşluğa. Debelendikçe horoz gözünü gagalamış hiç bir şey görmeyene dek tekrarlamış. Sayısız bir tarla gibi toprak savrulmuş, horozlar ötmek için kuyruktaymış. Çığlık atmış da kimsecikler görmemiş. Çünkü bu alem kuş uçmaz kervan göçmez bir yermiş. Kendi gölgesinde ki hiçliğe kilitlenmiş. Gece yarısı olduğu vakit kan ter içinde uyanmış daldığı dünyadan. Alnını secdeye koyup yalvarmış, yakarmış. Bakışı için imdat dilenmiş sabaha kadar gözüne bir gram uyku girmemiş.

Derdi verdi kul ile, koşup yetişti bir horuz hâliyle!

Son bir ümit ile komşunun kapısını ünlemiş. Sesini duyan içeriye gizlenmiş. Lakin yılmadan uzunca vakit beklemiş. Bu kadar ısrara dayanamayan komşular sonunda direnmeyi kesmiş. Hatun almış eline sazı tüttürmüş dili türküyü. Sesini duyan gelmiş. Halk merakından dikkat kesilmiş.

Benim var koca gözlerim

Bakışlarımla süzerim

Zarar vermek istemedim

İnsan olmak benim işim

İstedim herkes beni sevsin

Sevilmeye safi niyet gerek

Lakin nerden bilirdim

Sorarım hepinize

Anlamak için geç mi geldim

Horozlarınız bükülmesin

Gönülleriniz küsmesin

Yüzünüz aşağı eğmesin

Ne derseniz başım gözüm üstüne

Hatun öyle içli öyle naif söylemiş ki, herkesler affetmiş zararı ziyanı. Kucaklamışlar gönüllerinden, içmişler vefa şerbetinden. Denemeye tabi tutmayı ihmal etmemişler. Kilitli dolaptan çıkan horoz hatunun ayakkabısını eşelemiş, deşelemiş. Dönüp de “sen nasıl bir güzelsin!” diye nazar değdirmemiş. Son horoz bükülmeden başka horozlar, hayvanatlar, nebatatlar türemiş. Musmutlu geçen ömürlü köye, bir kem göz veda etmiş. Yerini güzel niyetlerle çevrili, süzülen yaprağın hışırtısı gibi narin bir hatun belirmiş.

Ne demişler her baharın bir kışı, her yaşamın bir sonu, her başın bir bitimi olduğu gibi her şey sonlu bir döngü içinde yaratılmış. Bitimsiz akan zamana inat, tükenmeden yeşeren umudun ruha bürünmesi pek yakınmış. Bir şey sayılmaya başlandığı vakit, zaman küf kokulu sandığından hortlarmış. Bir türkü ki tüm konu komşunun diline yapışmış. Bu masal da burada sona ermiş. Sunulan sonsuzluğa kıvrılarak göz dikmiş.

Start typing and press Enter to search

Skip to content