SU KABAĞI AĞACI’NIN SIRRI
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Ben gezerim döner kazan şehrinde
Hop dedim hoptan, dün düştüm attan
İndim aşağı, gördüm namlıyı
Savurdu saçlarını
Sanırdım kendimi akıllı
Sayılı gün bitmiş
Devran döne döne geçmiş
Sordum yaşı yetmiş
Dedi ki
Şapkadan başka bir şey takma
Sonunda olursun hasta
Misafirim çok kişi
Severler sözün tesirlisini
Anlatayım size bir masal
Mutluluktan kızarın al al
Yıllar evvel, yer ve gök birbirine tutkun sevgililerdi. Gök baba, toprak ana’ya tohum attığı vakit binlerce doğum gerçekleşti. İyilerin çok olduğu, masumiyetin gönüller de var olduğu bu günler de aşk bir erdemdi. Göğün sancısı suları çağlatır, toprak doğumla içindekileri püskürtürdü. Bu vakit dünyaya gelenlerden biri de Su Kabağı Ağacıydı. Onlarca insana yön veren bir kapının aralığı. Dünü, bugünü ve yarını bünyesinde barındıran sırlı bir hazinenin varlığı. Yerin yedi kat dibinde ki Kara Yılanın muhafızlığını yaptığı kutlu ağaç. Asla hiç bir canlının zarar vermesine müsaade edilemeyecek kadar kadim bir yaşamın başlangıcı. Ziyan etmeye yeltenenleri içinde hapsedecek kadar kuvvetli bir kapı.
Zaman değiştikçe, ağaç da eskidi. Sırrı vakitle genişledi. Ta ki o güne dek. Yine doğumlardan birinin yolu bu ağaçla kesişecekti. Bu kez hayır mı, şer mi gören göze göre değişirdi. Kadim köklü ağacı, muhafızı korurken yolcunun vakti gelmişti. Bir vakit duyduğum bu masalı sizlerle paylaşmaya niyetliyim lakin kimden duyduğumu sormayın. Sorsanız da ben ne kadarını anlatabilirim bilmiyorum. Siz kutlu bir sır bilin, bu kadim aleme hoş gelin.
Vakti hengamında, Ormanın içinde avcı ve kızı yaşarmış. Babasına düşkün kız, annesi olmadığı için evi çekip çevirir, tüm işi kendi yaparmış. Her gün doğumunda odun toplamayla güne başlar, gün içinde de babasına yardım edermiş. Av da vurdukları hayvanları, buz haneye götürüp kesmek onların işiymiş. Kesilen hayvanların etlerini pazar da kasabalılara satar, geçimlerini böyle sağlarlarmış. Avcının kızının en sevdiği iş avlanmak ve doğrama işiymiş. Kulübesinden Ormana giden patika yol da gezintiye çıkarken çiçeklerin üzerinde hoplaya zıplaya hayvanları korkuturmuş. Daha 13 yaşında olmasına rağmen kalbi soğukmuş. Her gün fark etmeden biraz daha merhameti azalır, doğaya karşı duyarsız olmaya devam edermiş. Buz gibi cansız bedenlere dokunan elleri ve gönlü gün geçtikçe daha çok katılaşıyor, gittikçe daha çok kararıyormuş.
Avcı olan babası üç başlı ejderhayı avlamak için büyük bir av ekibi kurmuş. Bir dolunay günü yola çıkmışlar. Oldukça güçlü kuvvetli avcıların içinde yer alan küçük kız, ilk defa bu kadar büyük bir hayvan avlamanın telaşıyla gerilmiş.
Ormana sis bastırıp, saatler ilerledikçe sessizliği kontrol etmek zorlaşmış. Küçük kız, tek başına iz sürerken dalların ardında bir gölge görmüş. Hiç düşünmeden karaltıyı takip etmiş. Üç başlı ejderhayı avlayıp, babasına kendisini kanıtlamak istemiş. Böylelikle küçük yaşına rağmen korkulacak biri olabilirmiş. Çünkü soğumuş kalpler, korkunun bir meziyet olduğunu düşünür, herkes Onlardan korksun istermiş. O da korkuya hüküm sürmek istemiş. Lakin gördüğü karaltının bir baykuşa ait olduğunu anladığında çoktan av ekibinin gerisinde kaldığını fark etmiş. Korkmadan, çalılıklar içinden usul usul yürümüş. Ayağı bir taşa takılınca gölün dibine kadar yuvarlanmış. Göle düşüp ıslanan kız epey sinirlenmiş, taşı, toprağı tekmeleyip, dalı, ağacı yumruklamış. Kadere bakın ki yorgunluktan dayandığı ağaç, kutlu Su Kabağı Ağacıymış. Kız, uykuya dalarken birden bire fısıltılar duymuş. Kulak asmamaya gayret etmiş lakin sonunda çok öfkelenerek elinde ki mızrakla ağacı kesmeye yeltenmiş.
Tam o vakit görülmeyen bir el göğün perdesini aralamış. Esmiş, gürlemiş, yağmış, yağmalamış. Sanki yer ortadan ikiye ayrılmış da küçük kıyamet kopmuş. Su kabakları birer birer açılıp feryadı figan eylemişler. Ete kemiğe bürünmüş insan suretiyle avazları çıktığı kadar yırtınmışlar. Bu çığlık ki, bir annenin yavrusundan ayrılması kadar fenaymış. Ağacın muhafızı Kara Yılan yıllardır koruduğu ağaca zarar verene doğru yaklaşmış. Kızı aldığı gibi köküne, en derine indirmiş. Yer ve gök dinginliğe erince her şey eski haline dönmüş. Lakin avcının kızı bu sırlı ağacın içine hapsolmuş. Kaçmaya çalışmış amma hareket edemeyecek kadar sınırlı bir dünyanın hanesine kaydolmuş.
Yeniden doğmak için var olmayı beklemeli, var olmak içinse umulmayanları ummalıymış. Yeni bir hayatın başlangıcı için günlerce ve gecelerce beklerken lâl kesilen kız, köklü ağacın içinde alemi seyretmeye koyulmuş. Aniden ağacın dallarında ki Su Kabakları dile gelmiş:
“Bir dolunay günü, aşkı erdem sayan adam fısıltıları duymalı
Koca bir alemi gönlüne sığdıracak kadar geniş olmalı
Yeniden doğmak için alemi fark etmeli
Seyir için üçüncü gözü sahiplenmeli
Amma yine de yetmemeli
O vakit, muhafızın on üç kere kabuk attığı vakte denk gelmeli
Her şart gerçekleştiğinde sırdan öte geçmeli
Sadece, ağacın ruhuna dokunanların sonu böyle olacak
Bu olay da insanlığa bir ders olarak kalacak.”
Yıllar geçtikçe ağaç eskimiş, günler yol aldıkça kız da köklenmiş. Ne yemiş, ne içmiş, ne konuşmuş, ne iş tutmuş. Tek yaptığı seyrin içinde seyre dalmakmış. Güneş ve ay yer değiştirene dek gözleriyle alemi turlamış. Dibinde dinlenen hayvanları varlığıyla gölgelemiş. Göl de temizlenen canlıların çıplaklığına şahitlik etmiş. Gökten düşen yıldızlar eteğine yapışırken, varlığı ve dirliği sinesinde hissetmiş. Bu süre zarfında hiç bir insanoğlunun yolu buralara düşmemiş. Yaşamanın anlamını öğrenirken, büyük bir eşiğin berisinde her bir anı izlemiş. Göremeyenlere göz, işitemeyenlere kulak, düşünemeyenlere kalp hediye eden ağacın hakikati saklı kalan kız da boy göstermiş.
Dünya dönmüş, zaman geçmiş
Mevsimler değişirken, hazin hikaye sona gelmiş.
Küçük kızı Su Kabağı Ağacı büyütmüş. Kalbi donmuş kız, toprağa can verdikçe kalbi dinlenmiş. Aklı ve kalbi gördükleriyle raks eylemiş de kalbi bir kaz tüyü kadar yumuşacık olmuş. Zaman bazı insanlara acımasız olurken, küçük kıza insaflı davranmış. Ağacın muhafızı Kara Yılan on üç defa deri değiştirmiş. On üç kere yenilendiği vakit bir dolunay gününe denk gelmiş. O gün, gözlerini hiç açmadığı kadar kocaman açmış ve beklemiş. Gelmekte olan gelmekteymiş.
İkindi vaktine kadar büyük bir sevinçle bekleyen kızın kalbi kururken, bekleyeni gelmedikçe ümidini yitirmiş. Beklemenin en zor olduğu vakit en çok istediğin zaman olur. Onun da öyle olmuş. Lakin artık eskisi gibi kendisini mahkum hissetmiyormuş. Gözü görmeyi terk ettiği vakit, bir ses işitmiş. Üç delikanlı gölün yamacında belirmiş. İçlerinden biri elinde ki okla hayvanları vurup, kalbini söküyormuş. Diğer delikanlı gölün içinde ki balıkların üzerinde hopluyor, duran taşa öfkeleniyormuş. Su Kabağı Ağacında ki kız, gördüklerinden çok utanmış. Bir değil iki nüshasını görmek kalbini parçalamış. O an hiç olmadığı kadar, kendisini doğduğu dünyasına ait hissetmemiş. Yokluğa çok az kala, iliklerinde hiçliği istemiş. Ve hiç olmadığı kadar yok olmayı layık görmüş kendisine. On üç yıldır ilk defa ağlamış. Öyle çok ağlamış ki gök açmış kapısını, yağdırmış yağmuru. Üçüncü delikanlının yaptıklarını göremeyecek kadar içine kapanmış.
Merhameti boyundan büyük adam, gördükleri yüzünden kendisini suçlamış. Cansız duran hayvanlar için mezar kazıp, ağlamış. Arkadaşlarının zararı için af dilemiş. Bunu gören iki delikanlı hiç bir şey olmamış gibi oradan uzaklaşmış. Saatler sonra Su Kabağı Ağacı’nın dibinde uyuyakalmış. Rüyasında simsiyah elbisesiyle genç bir hatunun kendisine doğru koştuğunu görünce içi de dışa da ferahlamış. Baykuş sesiyle uyanıp, etrafına bakındığında gece yarısı olduğunu fark etmiş. Fısıltı seslerini duyduğuna şaşırmamış, hatta bir de muhabbete başlamış. Konuşmuş görünmeyenlerle. Yağan yağmur dinmiş, mucize gerçekleşmiş.
Ayın göğün üzerinde olduğu vakit yerin dibinden bir ses işitilmiş. Heyelan gibi sallanmaya başlamış yeryüzü. Sislerin ardından, ağacın dibinde yüzü aydan parlak bir hatun belirmiş. Adam gördükleriyle irkilmiş. Lakin bu yüzü güzel hatuna içi erimiş. Hatun nereden geldiğini, başından neler geçtiğini anlattıkça mest olmuş. Yargılamaksızın hikayesi aklına ve kalbine sinmiş. O günden sonra kutlu ağacın berisinde bir kulübe inşa ederek, ağacın yaşayan muhafızları olmuşlar. Boy boy çocukları olmuş. Doğanın içinde, doğanın verdiklerine kanaat etmişler. Asıl mutluluğun birlikten geçtiğini görebilmişler.
Yıllar geçtikçe, her dolunay günü hikayelerini yâd edip ateşin başında raks etmişler. Kendilerinden sonra gelenlere sinelerini açmış, Su Kabağı Ağacı’nın sırrını anlatmışlar. Bu masal da şifahen gönüllere nakşetmiş.